9 Aralık 2013 Pazartesi

BİRKEN BİN OLMAK


“Tebeşir dairesinin öyküsünü dinleyenler,
Şu eski türküyü de etsinler ezber:
Sahiplik için bir şeye,
Ona yararlı olmak gerek!
Bebeğe iyi bakan ananındır bebek!”
Bertholt Brecht, Kafkas Tebeşir Dairesi

Bir Şeftali Bin Şeftali, Kaynak Yayınları’nın hazırladığı 12 kitaplık Samed Behrengi Dizisi’nin dördüncü kitabı. Kitap, Deniz Üçbaşaran’ın çizgileriyle hayat buluyor.

Samed Behrengi, 1968’in Ağustos ayında Aras Nehri’nin kıyısında ölü bulunduğunda henüz 29 yaşındaydı. Işık hızıyla dünyamızdan geçip giden Behrengi, öğretmenliğin, yazarlığın, çevirmenliğin, derlemeciliğin, araştırmacılığın, gazeteciliğin yanı sıra büyük bir mücadeleyi de sığdırmıştı bu 29 yıla. Mirası, onu yeryüzünden silmek, sanki hiç var olmamış gibi göstermek isteyenlere inat nesilden nesile aktarıldı. Kimileri yasakladı onun kitaplarını kimileri müstehcen buldu. Çünkü büyük denizlere ulaşmanın öneminden; yalnızca kendimizi düşündüğümüz bir hayatın anlamlı olmayacağından; birken bin olabilmekten bahsediyordu Behrengi. Bu yazının konusu olan Bir Şeftali Bin Şeftali kitabında, bütün öyküyü tek bir şeftaliden dinlerken kitabın adının neden Bir Şeftali Bin Şeftali olduğunu hiç düşündünüz mü?
Behrengi’nin 1968 yılında yaz aylarında, ölümünden belki birkaç ay, belki birkaç hafta, belki de birkaç gün önce tamamladığı Bir Şeftali Bin Şeftali, küçük bir şeftali ağacının öyküsünü anlatıyor bize. Daha doğrusu küçük şeftali ağacı, kendi öyküsünü anlatıyor. Öyle bir öykü ki bu, kulak vermeyi bilenler mutlaka kendilerini bulacaklar bir yerlerinde. Zaten Behrengi tam da bu yüzden, henüz kirlenmemiş kulaklar taşıdıklarını bildiğinden çocuklar için yazmamış mıydı öykülerini?

Duvarlar çocuklara vız gelir
Küçük şeftali ağacı, köyün ağasının bahçesinde yetişen ağaçlardan biridir. Suyu dahi olmayan, yoksul bir köydür bu. Köyün ağası, köyün topraklarını parselleyip köylülere satmış ama köydeki tek verimli araziyi kendisi almıştır. Birbirinden güzel meyve ağaçlarıyla dolu bahçe, yüksek duvarlarla köyden ayrılır. Ne var ki, “o duvar, duvarlar” iki köylü çocuğa “vız gelir”.
Günlerden bir gün, bahçıvanın köyün ağasına meyve götürmek için bahçeden ayrılmasını fırsat bilen Ali ve Polat, şeftali yemek için duvardan atlayıp bahçeye girer. Ne var ki, bahçıvan ağaçtaki bütün meyveleri toplamış, ağaçta bir tane bile şeftali bırakmamıştır. Hem kızan hem de çok üzülen Ali şunları söyler (s.26):
[…] Bunların hepsi bizim suçumuz; hiçbir şey yapmadan öylece oturmuş köyün yağmalanmasına izin veriyoruz.”
Kızgınlık içinde, ayaklarını yere vura vura yürüyerek bahçeden ayrılırlarken Polat’ın ayağına bir diken batıverir. Dikeni çıkarmak için eğildiğinde bir de ne görsün? Kıpkırmızı, kocaman bir şeftali! İşte o anda dünyalar bu iki kafadarın olur. Bir süre sevinçle elden ele dolaştırırlar şeftaliyi. Sanki incecik bir camdan yapılmış da her an düşüp kırılabilirmiş gibi büyük bir özenle taşırlar onu. Şeftaliyi yedikten sonra Polat, çekirdeğini ne yapacaklarını sorar. Ali’nin çekirdek için bir planı vardır…
İki kafadar çekirdekle birlikte tekrar bahçeye girerek onu bahçenin bir köşesinde duran toprak yığınının içine gömerler. O günden sonra da büyük bir özveriyle şeftali ağaçlarına bakmaya başlarlar. Sık sık gelip sular, onunla sohbet ederler; ince bedenini bez parçalarıyla sararlar hava soğuduğunda. Hatta bir gün toprağı beslemesi için bir yılan bile öldürüp getirir, toprağa gömerler.
Bahar geldiğinde şeftali ağacı çoktan fidan vermiştir, hatta çiçeklenmiştir bile. Ne var ki Polat, bahçıvanın ağacı bulmasından endişelenmektedir. Ali ile aralarında şu konuşma geçer (s.57):
- Ali, bu pis bahçıvan ağacımızı bulmasın sakın!
- Hiçbir şey yapamaz. Ağacı kendimiz dikip büyüttük, meyvesi de bizimdir.
- Toprak bizim değil ki…
- Yine de hiçbir şey yapamaz. Toprak onu ekip çalışanındır. Bu toprak parçasını da biz ektik, ürünü bizimdir.
Günlerden bir gün Polat, şeftali ağacının yanına gider. Ne var ki Ali yoktur yanında. Şeftali ağacı, onları daha önce hiç ayrı görmemiştir, çok şaşırır bu duruma. Polat, ağaca biraz su verdikten sonra yanına oturur ve anlatmaya başlar. Ali ve Polat yine yılan avlamaya gitmişlerdir. Birden bire Ali’nin ayağı kayar ve bir yılanın üzerine düşer. Yılan, Ali’yi sırtından sokar. Kurtaramazlar onu… Bunun üzerine Polat, şunları söyler şeftali ağacına (s.63-64):

Ben gidiyorum şeftali ağacı, şeftalim de sende kalsın
Ben artık köyde kalamam. Gittiğim her yerde Ali’nin yüzünü görüyorum ve çok üzülüyorum. Dağa çıktığımda, keçiyi otlatmaya götürdüğümde, köpeğin başını okşadığımda, tezeklerin üzerinde yürüdüğümde, diğer çocuklarla tarlada çekirge ve kertenkele yakaladığımda, ot biçtiğimde, damlara çıktığımda hep Ali’nin yüzü gözlerimin önüne geliyor. Sanki hep beni çağırıyor. Polat!... Polat!... Polat!... Evet şeftali ağacı, ben bu sesi duymaya artık dayanamıyorum. Şehre gidip dayımın bakkalında çıraklık yapacağım. […] Ben gidiyorum şeftali ağacı, şeftalim de sende kalsın.”
Şeftali ağacı duyduklarına çok üzülür. Şeftalilerini yemek onu diken, büyüten Ali ve Polat’ın hakkıdır. Böylece şeftali ağacı bir karar verir: Köyün ağasının, şeftalilerini tatmasına asla izin vermeyecektir. İşte bu yüzden her yıl binlerce çiçek açan şeftali ağacının çiçeklerinden bir tanesi bile meyve olmaz.
Küçük Kara Balık’ta merak etmenin, sorgulamanın ve toplumun diğer bireylerini düşünerek hareket etmenin önemini anlatıyordu Behrengi. Öykünün sonunda, Küçük Kara Balık’tan çok etkilenen ve sabaha kadar uyuyamayan kırmızı balık Behrengi’nin iyimserliğiydi, umuduydu, diyebiliriz. Kim bilir, belki de bu nedenle Bir Şeftali Bin Şeftali koydu kitabının adını; “O çocuk büyür, birken bin olur ve bir orman gibi dikilir karşınıza” demek istedi kulak vermeyi unutanlara, ağalara, beylere, yozlaşmış iktidar sahiplerine.

Not: Geçenlerde, Gezi Parkı’nda biri konuşurken kulak misafiri oldum; şeftali ağacı bugünlerde tekrar meyve vermeyi düşünüyormuş. 

Zeynep Özge Iğdır

-------------------------------------------------------------
Bir Şeftali Bin Şeftali Kitabını %25 İNDİRİMLİ Satın Almak için Tıklayın;