30 Nisan 2013 Salı

Mustafa Mutlu: Adaletin Şeytan Üçgeni...




Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen’i aslında hepiniz tanıyorsunuz: Hani 1996’daki Kardak krizinde kayalıklara Türk bayrağını diken SAT timi vardı ya... İşte onun komutanı!
Poyrazköy Davası kapsamında tutuklu ve hâlen Hasdal Askeri Cezaevi’nde bulunuyor.

Bu kitapla artık o da Ergenekon ve Balyoz Davası sanıkları gibi, “kitaplı bir asker...”

Önce kendisini, sonra Kardak krizini, donanmaya kurulan tezgâhı, askerlerin tutsak ediliş nedenlerini, Poyrazköy iddianamesini, bu senaryonun hayata konulma nedenlerini, uygulama sürecini ve cezaevi günlerini anlatıyor.

Önsözde şöyle diyor:

“Kurgusu 1990’lı yılların sonlarında yapılan, 12 Haziran 2007 tarihinde Ümraniye’de hayata geçirilen komplo, Türkiye’nin bugün geldiği durum itibarıyla amacına ulaşmış gözüküyor.

Emekli bir astsubayla başlayan Türk Silahlı Kuvvetleri’ni itibarsızlaştırma ve Türk Deniz Kuvvetleri’ni yeniden yapılandırma harekâtı, her adımda bir rütbe daha ilerleyerek, görevdeki orgenerallere ve emekli Genelkurmay Başkanları’na kadar uzanabildi.

Bu süreci 21 Nisan 2009 tarihinden bu yana en ağır şekilde yaşayan Türk Deniz Kuvvetleri’yse, bu kahpe savaşın en fazla zayiat veren tarafı oldu. Bir zamanların denizcileri yutan Bermuda Şeytan Üçgeni’nin modern uyarlaması Adaletin Şeytan Üçgeni: Beşiktaş-Silivri-Hasdal, bahriye personelini de içine alarak her gün daha da genişledi. Yalnız görevdeki değil, emekli personelin de cezalandırıldığı ve yok edilmeye çalışıldığı bu üçgende delil yok, bilim yok, adalet ise hiç olmadı.”

Takas için mi?

Bu sözlerle başlayan kitap şöyle bitiyor:

“Bugün Türkiye, Silivri ve Hasdal başta olmak üzere tüm cezaevlerini dolduran kurgu davalardan mustarip günahsız vatandaşlarından ziyade, kaybetmeye başladığı ulusal çıkarlarına ve adalet duygusuna üzülmelidir. İşlenen bu günahın Türkiye’ye başka neleri kaybettirebileceğini görmek, şu anki en büyük endişemizdir.

AKP iktidarı döneminde alışveriş merkezlerinin çoğalması boşuna değildir. Bütün felsefesi alışveriş üzerine kurulu bir iktidarın, Türk subayını da bir alışveriş malzemesi olarak hapislerde tuttuğunu, günü geldiğinde bir takas aracı olarak kullanacağını düşünmek şaşırtıcı değildir. Büyük Ortadoğu Projesi’nin taşeronluğunu yapmaktan öteye gidemeyen, öz evlatlarını emperyal çıkarlar uğruna kurban etmekten çekinmeyen bir zihniyetin, İmralı-Ankara hattındaki anlaşmalara sadık kalarak hareket etmesi de garipsenmemelidir.

Umarım yaşadığımız tutsaklık, bunca masumun çektiği eziyet, toplumsal barış yalanı ardına sığınarak yapılması planlanan Türk subayı-Abdullah Öcalan takasından kaynaklanmamaktadır. Eğer öyleyse bu durumun utancı da bize değil, bizlerin dijital iftiralarla bu duruma düşmesine göz yuman demokrasi havarilerine ve hukuka saygılı tüm şahıslara ait olacaktır.”


KARDAK’TA KAHRAMAN HASDAL’DA ESİR

Türü: Anlatı

Yazan: Ali Türkşen

Yayımcı: Kaynak Yayınları

Baskı tarihi: Nisan 2013

Sayfa sayısı: 396

Etiket Fiyatı: 25 lira

Kişisel not: Yazarla tanışmadım.

Kaynak: Vatan Gazetesi

-------------------------------------------------------------
Kardak'ta Kahraman Hasdal'da Esir Kitabını %25 İNDİRİMLİ Satın Almak için Tıklayın;

29 Nisan 2013 Pazartesi

Rüştü Onur'un Mektupları


Salâh Birsel'in " Rüştü Onur'a Mektup " u içimi ürpertti: " Rüştü, merhaba. 50 yıl geçti. Ama yine / gönüllerdesin. Şiir adamı olarak yaşadın. / Şiir adamı olarak aramızdasın. / Bakışlarının sıcaklığı hâlâ dünyamızın üstünde. / Güneşli gündüzlerde. Ayaydınlık gecelerdi. / Sokaklardan boyuna insanlar geçiyor. / Sen de görüyorsun. Şapkalar, potinler. / Ama biz seni anımsıyoruz. Seni anımsıyoruz. / Yok yok 50 yıl geçmedi. Dün akşam / seninle yine Beşiktaş'ta değil miydik? "

Sevgili ustamız Salâh Birsel, biz de dün akşam yine Çatalçeşme'deki son evinizde değil miydik?
Ben bir de Sahaflar Çarşısı'ndaydım, 1960'lara dönüp. Arslan Kaynardağ'ın Elif Kitabevi'nden Yedi tepe Yayınlan'nın iki güzel kitabını ediniyor dum: Sizin hazırladığınız Rüştü Onur ve Necati Cumalı'nın emeği Muzaffer Tayyip Cumalı ve siz olmasaydınız, biz onları tanımaya çıktık... İkisinin de şiirlerini çok sevdim. İkisinin de yaşamlarını merak ettim.

KAYNAK YAYINLARI unutulmayacak bir kitap yayımladı: Mektubun Avcumda. Rüştü Onur'un " Mediha " sına yazılmış mektuplar, şairin kaleminden. Çoğu kez " Mediha " hitabıyla başlıyor, bir iki kez " Sevgili yavrum ". Yirmi iki yaşında romancı kudretiyle yazılmış mektuplar. Leylâ Şahinle İbrahim Tığ'ın yayına hazırladığı bu mektuplar sayesinde Rüştü Onur'un ve Mediha'nın trajik yaşamlannı okuyorum. Leylâ Şahin'le İbrahim Tığ'a gönül borcu duymamız gerektiğine inanıyorum. Bu mektuplar Zonguldak'tan İstanbul / Beşiktaş'a bir roman yansıtıyor. Yirminci yüzyılın sonuyla birlikte roman sanatının çok değiştiğini, çok başkalaştığını düşünenlerdenim. İşte bu mektuplar da bir roman, hem de'sahici'bir roman. 1940'ların asıl dünyasını, asıl duyuşunu, düşünüşünü bu içli mektuplar sayesinde anlıyorsunuz. Aşkı ve vere mi de. Mektupları Mediha'nın kız kardeşi, " Türk tiyatrosuna emek vermiş " Sabahat Sessiz yıllarca saklamış. Kaynak Yayınlan şimdi okurla buluş turuyor. Yetmiş yıl geçmiş aradan.

Ama tuhaf bir şey oluyor: Bu mektupların iç tenliği geçen zamanı geri getiriyor. Sanki şimdi yaşanıyor. Hepsi olup bitmiş bir serüven sanki şimdi ilk kez yaşanıyor. Ben bu duyguyu Rüştü Onur'un şiirlerinde de kaç kez yakaladım. Sanki bu şiirler bugün de nefes alıyor... " Ne tesadüf bu satırları nişanımızın tam haf tasında yazıyorum. Geçen hafta bugün ve tam bu vakitler şu oda ne kadar mesut bir nişanlanmaya sahne olmuştu. Zavallı teyze ne tarafa koşacağını bilemiyordu. Annene çok çok selâm Mediha. Ellerinden öperim. " Bu nişan evlilikle noktalanacak. Kıpkısa bir evlilik. Zonguldak'tan İstanbul'a gelmiş Rüştü Onur, Beşiktaş'ta mevve sebze satıyor. Mediha ölecek, ün beş gün sonra da Rüştü Onur. Acı bir roman akışında değilse, nedir? Oysa edebiyat tarihlerimiz, nasıl bir yanılgıysa, bu soydan romanları hep küçiımsemiş. " Verem edebiyatı " denmiş, bir terim arayışı değil, merhametsiz bir alay. Gerçek yaşamda olup bitenleri görememiş edebiyat tarihlerimizin çoğu. Kibir dolu bilgiç lik, kof bir entelektüalizm adına verem edebiyatını hor görmüş. Kim bilir kaç evde acısı yaşanmıştı... Mediha Hanım ve Rüştü Onur sadece ikisi. Mektubun Avcumda'yı mutlaka okuyun; sağır duyarlıktan kurtulacaksınız.



-----------------------------------------------------------------------------

Açık Tanık Silivri Nöbet Çadırı Kitabını
%25 İNDİRİMLİ Satın Almak için Tıklayın;









Rüştü Onur - Mektubun Avcumda

Tarihe açık tanık olmaya var mısınız?



Bir egemenin tarihi vardır, bir de onu devirip kendi gerçeğini yazanların tarihi. Gazeteci Füsun İkikardeş, " Açık Tanık Silivri " adlı kitabında işte o insanların hem simgesel hem basbayağı gerçek karargâhının hikâyesini aktarıyor.

GİZLİ tanık, ıslak imza, operasyon, dalga, " Osmanım ", sehven, sahte delil, telefon dinlemesi, korku imparatorluğu, Ergenekoncu, yeniden kurulacak cumhuriyet... Türkiye, toplumsal sözcük dağarına son 6 yılda bu ve benzeri pek çok sözcük ve deyiş katta. Çoğumuz bu sürece ya basından ya esnaf muhabbetin den ya da yaşayarak tanık olduk. Peki, son bir tanıklığa var mısınız? 8 Nisan sizin gününüz! Gerçeğin tarihini yazanların hikâyesinin elbette bir karargâhı var. Üstelik daha şimdiden orası hak kında başucu kitabı bile var. " Açık Tanık Silivri Nöbet Çadırı " öyle CUlerden, gizli tanık ifadelerinden, polislerin sinkaflı ses kayıtlarından, tutanaklardan söz etmiyor. Silivri Cezaevi önünde " Özel Görevli Mahkemeler Kapatılsın, yurtseverler serbest bırakılsın " talebiyle 9 Eylül 2011'de iki çadırla başlayan sizin nöbetinizden söz ediyor.

Gerçeğin tarihini yazanların hikâyesinin elbette bir karargâhı var. Üstelik daha şimdiden orası hakkında başucu kitabı bile var. "Açık Tanık Silivri Nöbet Çadırı" öyle CD'lerden, gizli tanık ifadelerinden, polislerin sinkaflı ses kayıtlarından, tutanaklardan söz etmiyor. Silivri Cezaevi önünde "Özel Görevli Mahkemeler Kapatılsın, yurtseverler serbest bırakılsın" talebiyle 9 Eylül 2011'de iki çadırla başlayan sizin nöbetinizden söz ediyor.

AÇIK TANIK
Gazeteci Füsun İkikardeş, Silivri Nöbet Çadın'nda yaptığı gözlemlerini ve günlerce aylarca çadırda nöbet tutan vatan nöbetçileriyle yaptığı röportajlan kitaplaştırdı. İkikardeş; Kaynak Yayınlan'ndan şubat ayında çıkan kitabında 500 günü aşkın süredir yaz kış nöbet tutulan ça-dırın kuruluş ve bugüne geliş hikâyesini anlatıyor. Buna kendilerinin deyimiyle "vatan nöbeti" tutan yurttaşların çadırdaki aru defterinden notlan ve çadıra desteğe gelen ünlü sanatçı, sendikacı, hukukçu, siyasetçi, bilim adamı, köylü, işçi, öğretmen ve öğrencilerin mesajlarını da eklenmiş. Aynca çadırın hemen karşısında yatan yurtseverlerin
mektuplan da yer alıyor. İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, CHP Milletvekili Mustafa Balbay, emekli Jandarma Kıdemli Albay Hasan Atilla Uğur, gazeteci Deniz Yıldınm ve Tuncay Özkan'ın mektuplan bunlardan bazılan.

GELECEĞİ YAZANLAR
Gelelim sizin hikâyenize... Yazar, altına yılındaki Ergenekon Davası ve Silivri Cezaevi hakkında hem hukuksal hem insani yaşam (!) gerçeklerini kitabın ilk iki bölümünde özetlemiş. Kitap daha sonra geleceğin gerçeğini yazacak olanların, Silivri'de 7/24 vatan nöbeti tutan yurttaşların hikâyesine geçmiş. Nitekim bunun işareti gibi üçüncü bölümün başlığı şöyle: "Orası Mahkemeyse Burası da Çadır!" açık tanık olmaya var mısın
Bir egemenin tarihi vardır, bir de onu devirip kendi gerçeğini yazanların tarihi. Gazeteci Füsun İkikardeş, "AçıkTanık Silivri"adlı kitabında işte o insanların hem simgesel hem basbayağı gerçek karargâhının hikâyesini aktarıyor.
F Tipi tecridini kıracak ve Amerikan tertibine karşı direnişin simgesi olacak bir yöntem aranır. İşçi Partisi, tutuklu komutanların ailelerinden oluşan Vardiya Bizde Platformu, ADD temsilcileri; Silivri Cezaevi'nin tam karşısına 9 Eylül'de çadır kurma karan alır. 2011'de başlayan nöbet; İzmir, Tekirdağ, Van, Hatay, Denizli, Trabzon, Maraş, Mersin, Muğla ve memleketin her yerinden yurttaş-larla bugünkü noktaya ulaşır. Bat-taniyesi, odunu, kömürü, benzini, sebze-meyvesi, yatağı yorganı, ak-çesi ve duasıyla Anadolu halkı bü-yütür bu eylemi. Tıpkı Kuvayı Milliye'deki gibi millet nesi varsa ondan getirir, gönderir. Bomboş bir arazi üstüne kurulan barınma çadırı, yemek çadırı, tuvaleti, elektriği, temizliği, mutfağı, yağmura çamura karşı zeminin iyileştirilmesi işte bu halkın, kancalar misali yaptığı işlerden sadece bazılan.

KARARGAH
Eylem, gün gelir birilerini rahatsız eder. Çadırın bulunduğu kiralık şahıs arazisinin kamulaştınlmasın- dan sonra çadır eylemcilerinden alanı boşaltmalan istenir. 2012'nin Ocak ayında, iki günlük sürede yeni bir yer bulunur ve kışın ortasında taşınılır. Çadırın yeni yeri, artık cezaevi lojmanlannın karşısıdır. Füsun İkikardeş, dondurucu tipide gece üçlere kadar çadırların, kömür çuvallarının, araç gereçlerin nasıl taşındığını anlatırken; kendinizi bir an o soğukta cephede mermi taşıyan Anadolu .köylüsü yerine koya-bilirsiniz.
500 günde 30 bin kişinin ayn ayn nöbet tuttuğu Silivri Çadın'nın etkisi, adının ötesine geçer. Levent Kırca, Tarık Akan, Suzan Aksoy, Muazzez İlmiye Çığ, Server Tanilli, Kemal Kılıçdaroğlu ve CHFli Milletvekilleri, eski TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk, eski bakanlar, Melih Aşık, Can Ataklı, Yalçın Doğan, Ertuğrul Özkök gibi gazeteciler ve sendikalar için Silivri'deki Duruşma Salonu'ndan önce uğranacak adres burası olur. Tahliye edilen Soner Yalçın, Müyesser Yıldız gibi tutuklu gazeteciler de çıktıklarında ailelerinden sonra buradaki vatan nöbetçileriyle kucaklaşır. Başlarda bir başına kalmış tutuklu komutanlan her duruşma gününde bu nöbetçiler bayraklarla karşılar ve sonra yine Hasdal'a uğurlar. Görüş gününde tutuklu yakınlarını görmeye gelenler, görüşten önce ve sonra bu çadırdadır. Bu umut kapısının etkisi, ulusal ve uluslararası kamuoyuna, vicdanlara öyle uzanır ki; The New York Times bile şöyle yazmıştır: "Her şeyin bittiğini sanıyorduk, meğer bitmemiş."
Ne duruyorsunuz.'

Yazar, 21. yüzyılın büyük direnişine güç ve esin veren nöbet çadırım ve duruşma salonundan bilin-meyen kareleri, diyaloglan çok açık ve akıcı bir üslupla anlatmış. Hayatın içinden öyküleyici bir dil yeğlemiş. Birçok yerde göremeyeceğiniz fotoğraflar da, kitabı renklendiriyor.



-----------------------------------------------------------------------------

Açık Tanık Silivri Nöbet Çadırı Kitabını
%25 İNDİRİMLİ Satın Almak için Tıklayın;


Küçük Kara Balık artık raflarda




Samed Behrengi’nin masalları Farsça’dan çevrilerek yeniden yayımlanıyor.

Kaynak Yayınları dünyaca ünlü İranlı çocuk hikâyeleri yazarı ve halk masalları derleyicisi
Samed Behrengi’nin masallarını Farsça’dan çevirerek yeniden yayımlıyor.

On iki kitaplık bu serinin ilk kitabı olan Küçük Kara Balık birkaç gün önce raflardaki yerini aldı.

Behrengi, 12 Eylül döneminde Türkiye’de yasaklı kitaplar listesinde bulunan bu eserde, yaşadığı dönemdeki baskıcı tutumu ve bu tutuma karşı direnişi, iradeyi küçük Kara Balık’ın merak ettiği şu soruyla ele alıyor: Başka bir hayat mümkün müdür?

İşte hikâye bu soruyla başlıyor. Düşünmeye ve sorgulamaya başlayan küçük kara balık diğer hayatları da merak ediyor. Ve öğrenme arzusu önüne çıkan tüm engellere karşın güçlü bir kararlılık yaratıyor.

‘Küçük Kara Balık’taki umut, cesaret ve merakın tüm insanlarda var olmasıyla hayal ettiği toplum düzenine ulaşılacağına inanır Behrengi.
Yeni diyarlara, kâh kanatsız kâh martı kanadında rüzgâr taşır misali yolculuklara çıkarıyor Küçük Kara Balık, tıpkı bir serüvenci misali…

Hasret Gültekin’in bağlamasıyla can verdiği o soruyu bir kez daha sormaya yardımcı oluyor: “Bir İnsan Ömrünü neye vermeli?”

İran’da Şah rejimine yönelik eleştirilerde bulunan ilerici Samet Behrengi, 1968 yılında, henüz 29 yaşındayken, Azerbaycan’daki Aras Nehri’nde ölü bulunmuştur. Ölümü üzerindeki sır perdesi aralanamamıştır.

Küçük Kara Balık, Behrengi’nin ününün İran sınırları dışına çıkarak dünya çapına yayılmasını sağlamış ölümsüz bir yapıt olma özelliğine sahip…

Kaynak: http://www.gercekgundem.com/?p=541774


-----------------------------------------------------------------------------

Küçük Kara Balık Kitabını
%25 İNDİRİMLİ Satın Almak için Tıklayın;

           Küçük Kara Balık


28 Nisan 2013 Pazar

Derin Suskunluklarda Binlerce Kayayı Yerinden Oynatan Şiirler!


Yurt Gazetesi Kültür Eki
Arife Kalender'in Hüseyin Haydar ile röportajı...

Doğu Tabletleri ni okuduktan sonra, hiç kimse, dünyaya dönüp bir şey olmamış gibi, bana ne " diyemez!

Sevgili Hüseyin Haydar, uzun bir aradan sonra yeni kitapların yayınlanır yayınlanmaz, 2012'de üç önemli ödülü birden kazandın: Yunus Nadi, Ahmet Necdet ve TROYA Şiir Ödülü. Şair için ödülün anlamı nedir?

Sadece şair için değil, öbür tüm sanatçılar için de amacını bulmuş her ödülün etkisi olumludur, desteklenmelidir. Amacına ulaşmış demem, verinin ile alanın hedeflerine uygun olsun. Hedefine ulaşan ödülleri, günümüzün fazlaca gürültülü ortamın da, şiire dikkat çekmesi bakımından olumlu buluyorum. Ancak, Türkiye'de ödül kurumlannın belli bir yozlaşmayı yaşadığını, tartışılması gerektiğini vurgulamak isterim.

NEDEN DOĞU?
Sorularımı sondan başa doğru yöneltmek istiyorum. Neden'Doğu'?

Bunun pek çok açıklaması var. Öncelikle diyebilirim ki, Doğu ve Batı kavramlan adına ağır bedeller ekleyen bir ülkenin şairiyiz. Yüzyıllar süren karanlık bir dönemi büyük bir devrimle aşarken Batı'ya yaklaştık. Bu önemliydi, ama çok geçmeden Batı'mn özüne değil biçimine saplalemi etkin.

Tespitiniz doğru. Bir şairi güçlü kılacak hemen her şey Anadolu sandığının içinde var. Yeter ki kapağını açabilelim ve alçak gönüllülükle o değer biçilemez varlıklara uzanabilelim. Anadolu maddi kültür öğeleri nin olduğu kadar manevi kültür öğelerinin de en yoğun olduğu halkların yaşam alanı. Burada çok derin bir insanlık tarihi ile insanlığın binlerce yılda yarattığı söz varlıkları katmanlar halinde, iç içe. Ancak bizim modern şiirimizin bunun hakkını tam olarak verdiğini söyleyebilir miyiz? Benim çabamın belki burada bir anlamı olabilir.

TAZE BELLEK
Şiir kahramanlann oldukça fazla. 'Kuddusi Okkır'ın son sözleri, Bugün Nusret Sanem'i Düşündüm, Balaban Usta Yazıtı, Türkan Saylan Türküsü, Halit Refiğ için 24 Kare'vb... bir çok portre var kitaplarında. Kişiler ve yerler şürlerinde çok yer tutuyor. Bu tavrında unutulan değerleri canlı ve taze tutma kaygısı olabilir mi?

Otuz iki yıl önce yayınlanan ilk kitabım Acı Türkücü'deki şiirleri Toplumsal sorunlar esasında " büyük insanlığın " sorunlarıdır. Bizim mücadelemiz bugün bir milli devrim aşamasıyla sürüyorsa bu büyük insanlığın gelip dayandığı bir yerdir nıp kaldık. Taklitçiliğe düştük... Kendi özümüze yabancılaştık. Öyle ki kendini kendi halkına değil de Batıya sevdirme çabasına düşen şairle rimizin sayısı az değildir. Bu yanlışlıkla Doğu'da yaşayan varlıklarımızı unuttuk İkincisi, devrimci bir amaçla bakarsak, devrin çıkışının şimdi Doğu'da olduğunu görürüz. Doğu mazlumlar coğrafyasıdır ve Doğu bugün, insanlığa söyleyecek sözlerle doludur. Ben de gücümü bu gizil kaynaktan aldığımı sanıyorum. Batı ise aydınlanma gücünü tüketmiştir. Söyleyecek sözü ne yazık ki kalma mıştır. Elbette bir Türk şairi olarak Doğu ile devrimci, aydınlanmaca Ba tı'mn kültür iklimini birlikte içime çekiyorum, ama Söz Doğu'dadır! Söz hakkı Doğu'nundur!. Genel olarak, bir önceki kitabın 'Zor Günlerin Şiirleri'nde de'Doğu Tabletleri'nde de destan söy oluşturan tutumum neyse bugün de aşağı yukarı ayru. Gerçeğin yakıcı yüzü. Hep olgulardan hareket ettim. Olaylardan değil. Olaylar eğer olgu düzeyine yükselebilmişse şiirsel bir alanın açılması söz konusu olur. O günlerde katledilen arkadaşlann (Şa hin Avdın, Kerim Yaman, Osman Kaptan, 1 Mayıs Katliamında öldü rülenler, Dokuz TİFlinin katli, MTA'lı Mahmuf un pusuya düşürü lüşü vb.) gerçekliği ve oluşan ruhbilimsel durum şiirin derin saydamın dan yansıtıldı. Yüceltilmiş devrimci romantizmle bağımsızlık mücadele sinin değişik boyutlarıyla buluşup imgelerde dile gelişi... Yine bugünkü gibi kitlelere korku salan " müesses nizam " a kafa tutuş... Yaşadığı dö nemde olayların ortasındaki şairin işi salt yaşananı yansıtmak değil, yaşa nan sürece katılıp kanayarak, oradan yazmak. Böylesine bir somut ger çeklikten doğuyor insan karakterleri. Yapmak istediğim onlan tek başına birey olarak yaşatmanın ötesinde, onlar aracılığıyla toplumsal özün na sıl ortaya çıktığına işaret etmek. I

UZUN TARİH
Doğu Tabletleri'uzun dizeli, her şiirde farklı temanm işlendiği yoğun şiirlerden oluşuyor. Bir ulu sun uzun tarihi olarak da bakarsak...

Şiir kitabına, yeterli sayıda şiirin bir arada toplanması olarak bakılıyor. Bu çok yanlış. Çünkü her şiir kitabı bir yapıt adayıdır. Her şiir kitabı, belli bir iddiası olan bir yapıt olarak ortaya çıkmalıdır. O zaman kitap okuyucu yu bir yolculuğa çıkanr. Kitap bitti ğinde okuyucu, artık eski okuyucu olmaktan çıkmış, yenilenmiştir. Örne ğin Doğu Tabletleri'nin okuyucusu Doğu Tabletleri'ni okuyup bitirdikten sonra, dünyaya dönüp hiçbir şey ol mamış gibi " bana ne " diyemez!

NE YAPMALI?
'Zor Günlerin Şiirleri'nde taşlan ve coşkun söylem dikkat çekerken, duygu ve düşüncedeki hareketlilik okuyucuyu uyandırıyor. Konuşma ve hitap dilinin kullanılışı söylemi etkili kılarken; tüm şiirlerindeki iletiyi önceleme isteği görülüyor. Şiirindeki ileti, bildiri konusunda neler söylersin?

Nasıl yapmalı da şair, " çözümü şür gerektiren, " toplumsal soruna el atmalı. Bunu bir toplumsal buyruk olarak algılamalı ve işe koyulmalı. Belki de şairin zor anları sıkça yaşadığı bir durum bu. Doğu Tabletleri de bugünün " çözümü şiir gerektiren " bir sorunu ele alır, ancak çözüm masası tarihin içine kumludur. Zor Günlerin Şiirleri'nde ise sorunun çözümü için masanın bugünün içine kurulması, tarihin bugüne çağrılması sağlanır. Bu açılardan bak tığımızda yukarıda Doğu Tabletleri için ileri sürdüğüm iddiayı Zor Gün lerin Şiirleri için de ileri sürebilirim. Bu şiirleri okuyup bitiren kişi sonun da bir değişime uğradığını kesinlikle fark edecektir.

Yunus Nadi Edebiyat Ödülleri töreninde şairlere genel bir çağrı yaptın?

Evet, o gün, şairleri göreve çağırdım, bugün de çağırıyorum. Şairim, diyen kimse elini taşın altına koymalıdır. İşte o zaman, insanlığa dayatılan esaret taşını kaldırıp atmak için elbirliği yapmış olacağız.


-----------------------------------------------------------------------------

HÜSEYİN HAYDAR KİTAPLARI
%25 İNDİRİMLİ Satın Almak için Tıklayın;


26 Nisan 2013 Cuma

ÇOK GÜZEL KİTAPLAR BUNLAR


     Bir Balyoz kitabı daha Hasdal Askeri Cezaevi'nde yazılmış . Deniz Kurmay Albay, SAT komandosu Ali Türkşen'in kitabı : "Kardak'ta Kahraman , Hasdal'da Esir ." (Kaynak Yayınları .) 1996 yılındaki Kardak krizinde Yunan askerleriyle vuruşmak için sabaha karşı adalara çıkan bir SAT komandosunun başına açılan işler... ABD-AKP-F tipi cemaat işbirliğinde gerçekleşen tutuklanma süreci , sonrası ve hapishane yaşamı. 16 yıl hapis cezası alan Türkşen kendisinin ve denizci arkadaşlannın başına gelenleri anlatıyor, bazı üniformalı hainlerin isimlerini veriyor, yaşananları ABD-AKP-Fethullahçı polis ve yargı komplosu olarak tanımlıyor .

GÜRCÜLERİN TASNAKLARA BAKISI "Sözde Soykırım Yıldönümü"




     Geçtiğimiz Çarşamba günü sözde Ermeni soykırımının yıldönümünü geride bıraktık. 1915 olaylarını doğru anlamak için Taşnak- sutyun Partisi'nin etraflı bir şekilde incelenmesi gerekiyor.
Olaylarda başrolü oynayan Taşnaklar, kurulduğundan itibaren 1915'e giden yolun taşlarını döşemeye başlamışlardı. Taşnaklann Müslüman-Ermeni kırımını ateşleyen faaliyetleri, Sovyet döneminde bizzat Ermeniler tarafından da dile getirilmişti. Kitaplarımızda ve köşemizde bunlardan birçok örnekler sunmuştuk.
Dönemin önemli tanıkları arasında muhakkak ki Gürcüler de bulunuyordu. Sovyet Gürcistanı'nın önemli devlet adamlanndan Filipp Maharadze de bunlardan biriydi. Taşnaklar tarih sahnesine çıktığından beri yaşananların canlı şahidi olan Maharadze"nin kaleme aldığı satırlar, bugünkü iddialar açısından da önem taşıyor.
Filipp Maharadze, 1921 yılında Moskova'da yayımlanan "Gürcistan'da Menşevik Partisi Diktatörlüğü" başlıklı eserinde Taşnaklar da ele almıştır. (Bkz. Maharadze, Diktatıı- ra Menşevistskoy Parti v Gruzii, Gosudarst- vennoe Izdatelstvo, Moskva, 1921.)

Terör ve cinayet
     Maharadze, kitabında Taşnaksutyun Partisi"nin 1800'lerin sonunda ilk olarak Türkiye'de çeteler şeklinde örgütlendiğini ve sosyalizmle bir ilgisinin olmadığını vurgular. Gürcü devlet adamına göre Taşnaklar, İngiliz-Fransız işgalcilerin ve Türkiye'de işgalci ve sömürgeci amaçlar peşinde koşan Rus büyük devlet şovenistlerinin elinde kör bir silaha dönüşmüştür.
Maharadze, Taşnaklann komplocu bir örgüt olarak ortaya çıktığını ve neredeyse tek faaliyet yöntemlerinin terör ve cinayet olduğunu belirtir. Taşnaklar, Türkiye'deki provokatif eylemleriyle Ermeniler ve Türkler arasındaki ilişkilerin korkunç kanlı çatışmalara varacak kadar bozulmasına neden olmuştur.
İstediği sonuçlara ulaşamayan ve Türkiye'de faaliyetlerini sürdürme imkânını kaybeden Taşnaklar, çalışmalarını 20. yüzyılın başında Güney Kafkasya'ya, Çarlık Rusyası'nın topraklanna kaydırmıştır. Maharadze, bu dönemde Taşnakların Türklere olan tüm nefretini artık yerel Müslüman halka, Azeri Türklerine yönlendirdiğinin altını çizer.


Emperyalistlerden medet umdular
     Aynı dönemde Taşnaklar, Ermeni ruhbanlarını ve büyük burjuvaziyi arkasına alarak etkisini arttırmıştır. Neredeyse, tüm Ermenistan ve Ermeni halkı bir anda Taşnakların safına katılmıştır. Diğer siyasi partiler ise silinip gitme noktasına gelmiştir.
Maharadze'nin ifadesiyle Taşnaklar, kulis entrikaları ve oyunlarıyla, terör yöntemleriyle Ermeni halkı üzerindeki iktidarını arttırmıştır. Taşnaklar, Ermeni emekçi kitlelerine de büyük zararlar vermiştir.
Kendilerini iktidarda bulan ama elinde tutma imkânı olmayan Taşnaklar, peşi sıra Almanya'nın, İtilaf emperyalistlerinin ve hatta Denikin'in yardımını aramıştır. Gürcü Bolşevik devlet adamına göre Taşnaklar, hem Rusya'daki hem de dünyadaki karşıdevrime bağlıdır. Taşnak Partisi'nin II. Enternasyonal'de yer alması da bunun önemli göstergelerinden biridir, (s.110 vd.)

'Ermeni halkının şeytanı'
     Maharadze, 1927 yılında Tiflis'te çıkan ''Güney Kafkasya'da Devrimci Hareket Üzerine Notlar" başlıklı kitabında da Taşnaksutyun Partisi hakkında değerlendirmelerde bulunmuştur. (Bkz. Filipp Maharadze, Oçerki Revolyutsionnogo Dvijeniya v Zakavkazi, Gosizdat Gruzii, Tiflis, 1927.)
Maharadze, bu eserinde Taşnakları Ermeni halkının şeytanı olarak tanımlar. Taşnaklar, bir dönem neredeyse tüm Ermeni halkını peşinden sürüklemiştir. Ancak sürükledikleri bu yol Ermenilerin mahvolmasına sebep olmuştur. Yazara göre Taşnaklann Ermeni halkının kırılmasında oynadığı rol herkesçe malûmdur. Maharadze, Taşnaksutyun Partisi'nin sadece milliyetçi değil, en başından beri aşırı derecede şovenist bir yapılanma olduğunu ve öyle de devam ettiğini belirtir.

     Maharadze, Taşnakların hiçbir zaman gerçekten Çarlık rejimine karşı çıkmadığını ve hatta onların desteğiyle Türkiye'de ayaklanmalar çıkardığını vurgular. Rus hükümeti, kimi zamanlar onlan takibata almıştır ama bunun sebebi kimi hükümet yetkililerine karşı intikam amaçlı terör eylemlerine girişmeleridir. Bunun dışında şovenist faaliyetleri çerçevesinde silahlı birlikler oluşturmuşlar ve bunun için Ermeni halkından zorla yüksek miktarda para toplamışlardır. Doğaldır ki, hükümet de bu tür eylemlere seyirci kalmamıştır.
     Maharadze, bu noktada bir belge de sunar. Tiflis'te 20 Ekim 1905 yılında Taşnakların düzenlediği gösteriyle ilgili devlet raporu konumuz açısından önemlidir. Rapora göre, gösteride Taşnakların korteji askeri düzendedir. Her birinin basında komutanların bulunduğu birliklere ayrılmışlardır. Asker gibi düz sıralar halinde yürümektedirler. Tüm korteje askeri örgütlenme damgasını vurmuştur. Hatta üzerlerinde silahlar da olduğu söylenmiştir.
     Maharadze, bu askeri birliklerin devrimi desteklemek veya emekçileri savunmak için kurulmadığı fikrindedir. Güya Ermeni halkını korumak için oluşturulmuşlardır, ancak sonuçları çok farklı olmuştur, (s.320 vd.)

Ruhbanların etkisi
     Maharadze, Ermenilerin bir devlete sahip olmadıklarını, ancak bir dini merkez (Bütün Ermeni Katolikosluğu) kurduklanna işaret eder. Bu katolikos (patrik), fiiliyatta Ermenilerin bir nevi çarı olmuştur. Bu durum da Ermeni halkında ruhbani eğilimlerin gelişmesine yol açmıştır. Böylece halk, dinin ve ruhbanların sınırsız etkisi altına girmiştir.
Bu şekilde milli duygular, klerikalizmle (ruhbancılık) iç içe geçmiştir. Ruhban sınıfı ve kilise, Ermenilerin gözünde milli düşüncenin ve milli eğilimlerin timsali haline gelmiştir. Ermeni halkını soyan din adamları, güya milli ideallerin taşıyıcıları olmuşlardır. Maharadze'ye göre bu durum, kaçınılmaz olarak ölümcül sonuçlarını vermiştir.
Diğer yandan. 19. yüzyılda Türkiye'nin zayıflamasıyla bundan çıkarı olan İngiltere ve Rusya. Türkiye'de yaşayan Ermenileri kullanmak istemiştir.
     Özellikle 1878'den, Bulgarların Türk hâkimiyetinden çıkmasından sonra Ermeniler, Türk hükümetine karşı ayaklanma hazırlıklarına girişmişlerdir. İngiliz ve Rus hükümetinin gizli destek sözü verdiği Ermeni aydınları bu işe soyunmuşlardır.
Bir anda dünyadaki bütün Ermenilerin dikkati Türkiye Ermenileri üzerinde yoğunlaşır. Hangi meslekten, hangi katmadan olursa olsun her Ermeni kendini feda etmek veya maddi destek sağlamak suretiyle bu davaya yardım etme yükümlülüğü altına girmiştir.

'Nefret tohumları ektiler'
    Bu işin örgütlenmesini ve yönetimini de Taşnaklar üstlenmiştir. Maharadze, bu süreci anlattıktan sonra bu partinin Ermeni halkını korkunç bir maceraya sürüklediğini ifade eder. Ermeniler, ayaklanma yoluyla Türk hâkimiyetinden kurtulacaklardır. Bu davada da İngiliz ve Rus hükümetleri onlara yardımcı olacaktır. Sonuç olarak Ermeni köylüleri Taşnakların talimatıyla ayaklanmışlar, kan dökmüşler, ancak ne İngiltere ne de Rusya parmağını kıpırdatmıştır.
Maharadze, bu şekilde Taşnaklann hedefine ulaşamadıklarını, ama Ermenilerle Türkler arasına nefret tohumlan ektiklerini söyler, (s. 7 vd.) Sonuç olarak Maharadze'nin tespitlerini değerlendirdiğimizde Taşnaklann kurulduklarından itibaren başvurduklan terör eylemleriyle ve aşın şoven politikalarıyla karşılıklı kırımı ateşlediğini ve her katmandan geniş Ermeni kitlelerini bunun peşinden sürüklediğini görüyoruz. Diğer taraftan Taş-naklar emperyalist devletlerin Türkiye'yi parçalama planlarında açıktan yer almıştır. Özellikle I. Dünya Savaşı'nda yaşanan acı olaylarda Taşnakların sorumluluğu yadsınamaz bir gerçektir.


Menşevik Gürcüler ne diyor?
     Gerçek adı P. P. Goleyşvili olan Karibi, Gürcü Menşevizminin önemli yayıncılarından ve parti yöneticilerinden biridir. Karibi, Jordanie hükümeti döneminde toprak bakanının yardımcılığını da yapmış, daha sonra Bolşeviklere katılmıştır. Dolayısıyla üst düzey yönetici olarak dönemin yakın tanıklanndan başka biri olmuştur.
Karibi, 1920 yılında toprak bakanının yardımcısı olduğu sırada Ermeni iddialarına yanıt olarak Gürcü devletinin "Kırmızı Kitap'ını kaleme alır. Tiflis'te basılan kitapta yer alan Ermeni meselesi ve Taşnaklar konusundaki Menşevik Gürcülerinin tespitleri de yukarıda aktardığımız Bolşevik Gürcülerinkiyle uyumludur.
Kırmızı Kitap'taki saptamalardan bir kısmını şu şekilde özetleyebiliriz:
- 19. yüzyılın sonlarına kadar Ermeni meselesinden söz etmek mümkün değildir. O döneme kadar Müslüman halk ve Ermeniler tam bir uyum içinde yaşamıştır. Batılı devletler, meseleyi Türkiye ile Rusya'nın arasını açmak ve ayrıca Türkiye'nin içişlerine karışmak için yapay olarak ortaya çıkarmışlardır.
- Batı emperyalizmi, bu müdahalesinin önünün açılacağını ifade etmiştir. Böylece birçok Ermeni ayaklanması örgütlenmiş ve bu ayaklanmalar karşılıklı kıranın doğmasına neden olmuştur.
- Taşnaklar, Ermeni kitlelerini diğer milletlere karşı hep şovenizmle zehirlemiş, milli ihtirasları kaşımış ve aynlıkçılık fikrini aşılamıştır. Bunun temel araçlarından biri de terör olmuştur.
- Ermeniler dışında hiçbir millet, kendi bağlı olduğu devlete karşı düşmanın yanında gönüllü birlikler örgütlememiştir. Türkiye'nin aldığı önlemler doğal ve meşrudur. Yerinde hangi Avrupa devleti olursa olsun Türkiye'nin yaptığının aynısını yapacaktır.
- Taşnaklar, gönüllü birlikleri örgütleyerek Ermeni kitlelerinin sonunu kendi elleriyle getirmişlerdir. Yaşanan acıların sorumlusu Taşnaklardır.
Özellikle 1878'den, Bulgarların Türk hâkimiyetinden çıkmasından sonra Ermeniler, Türk hükümetine karşı ayaklanma hazırlıklarına girişmişlerdir. İngiliz ve Rus hükümetinin gizli destek sözü verdiği Ermeni aydınları bu işe soyunmuşlardır.
Bir anda dünyadaki bütün Ermenilerin dikkati Türkiye Ermenileri üzerinde yoğunlaşır. Hangi meslekten, hangi katmadan olursa olsun her Ermeni kendini feda etmek veya maddi destek sağlamak suretiyle bu davaya yardım etme yükümlülüğü altına girmiştir.
'Nefret tohumları ektiler'
Bu işin örgütlenmesini ve yönetimini de Taşnaklar üstlenmiştir. Maharadze, bu süreci anlattıktan sonra bu partinin Ermeni halkını korkunç bir maceraya sürüklediğini ifade eder. Ermeniler, ayaklanma yoluyla Türk hâkimiyetinden kurtulacaklardır. Bu davada da İngiliz ve Rus hükümetleri onlara yardımcı olacaktır. Sonuç olarak Ermeni köylüleri Taşnakların talimatıyla ayaklanmışlar, kan dökmüşler, ancak ne İngiltere ne de Rusya parmağını kıpırdatmıştır.
Maharadze, bu şekilde Taşnaklann hedefine ulaşamadıklarını, ama Ermenilerle Türkler arasına nefret tohumlan ektiklerini söyler, (s. 7 vd.) Sonuç olarak Maharadze'nin tespitlerini değerlendirdiğimizde Taşnaklann kurulduklarından itibaren başvurdukları terör eylemleriyle ve aşın şoven politikalarıyla karşılıklı kırımı ateşlediğini ve her katmandan geniş Ermeni kitlelerini bunun peşinden sürüklediğini görüyoruz. Diğer taraftan Taşnaklar emperyalist devletlerin Türkiye'yi parçalama planlarında açıktan yer almıştır. Özellikle I. Dünya Savaşı'nda yaşanan acı olaylarda Taşnakların sorumluluğu yadsınamaz bir gerçektir.

(Bkz. Karibi, Gürcü Devletinin Kırmızı Kitap 'ı. Yayına Hazırlayan: Mehmet Perinçek, Kaynak Yayınlan, İstanbul, Nisan 2007.)

Kontrgerilla'nın Sifrelerini Çözen Kitap


ELİF TEMEL

"Bu sırlar açıklanırsa millet ayağa kalkar, dünya ayağa kalkar. İnsanlar, milletler birbirine düşer. Türkiye çöker, rejim tehdit altına girer. Herkes altında kalır. Halka halka, zincir zincir, o ülkeden buraya, her gün büyüyerek devam eder."

Tansu Çiller, 22 Mayıs 1996 tarihinde, TBMM'de, DYP grup toplantısında, Örtülü Ödenek'ten çektiği 500 milyar lirayı nereye harcadığına ilişkin tam olarak bu sözleri söylüyordu.
Çiller’in, MİT'e alternatif bir istihbarat örgütü kurması için görevlendirdiği dönemin DYP’li eski polis şefi Mehmet Ağar’ın, “MİT'ten yararlanamıyoruz. Yeni teşkilat kuralım.” önerisi üzerine kurulan, devletin CIA güdümündeki bazı yeraltı örgütlerinin faaliyetiyle,  zamanla ve kısmen Çiller ailesinin özel girişimine dönüşen, bu nedenle Özelleştirilmiş Özel Savaş Örgütü de denilen Çiller Özel Örgütü’nün, kuruluş aşamasından mali kaynaklarına, süreç boyunca yapılan gizli anlaşmalardan, faili meçhul cinayetlere kadar mafya-gladyo-tarikat diktatörlüğündeki 90’lar Türkiye’sinin karanlık yönlerinin tüm boyutlarıyla ele alındığı, Doğu Perinçek’in Çiller Özel Örgütü kitabı Kaynak Yayınları tarafından genişletilmiş yeni haliyle yayımlandı.


KARANLIĞIN ÖRGÜTLENMESİ
Perinçek, kitapta eski Adalet ve İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın Çiller Özel Örgütü ile olan bağlantılarından; Tansu Çiller’in eşi Özer Çiller'in uluslararası nükleer madde kaçakçılığına; Abdullah Çatlı ve ekibinin işlediği cinayetlerden, Çiller Özel Örgütü’nün MİT, Emniyet Teşkilatı ve Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bağlantıları ve PKK ile ticaretlerine; Eşref Bitlis suikastından, 1996 yılında meydana gelen Susurluk kazasına uzanan karanlık sürece dair her şeyi tüm gerçekliğiyle bizlere aktarıyor.
Çiller Özel Örgütü kitabı, Türkiye Cumhuriyeti’nin bilinen en karanlık dönemlerinden biri olan 90’lar Türkiye’sine dair hafızalara kazınmış birçok olayı bambaşka boyutlarıyla gözler önüne seriyor.
Polis ve asker kökenlilerden oluşan Çiller Özel Örgütü’nün uyuşturucu ticaretleri, nükleer madde ve silah kaçakçılığı, kara para aklama, çek-senet tahsilatı, arazi yağması ve ihale takipçiliği, işadamlarından ve karanlık faaliyetlerden aldığı haraçlar, elde ettiği rant gelirleri ve Başbakanlık Tanıtma Fonu yağmacılığı vb. yapılan birçok yolsuzluğa dair ayrıntıların yer aldığı kitapta, 90’lar Türkiye’sinin gündemini belirleyen birçok ismin, birbiriyle olan bilinmeyen bağlantılarını ve Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemde Mehmet Ağar’a bağlı tehdit, gasp, haraç, uyuşturucu kaçakçılığı, cinayet gibi suçların içinde olan grubun faaliyetleri ayrıntılarıyla anlatılıyor.
Dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in, bizzat ABD İltica ve Vatandaşlık Dairesi'ne müracaat edip, dilekçe ve müracaat formu doldurarak başlattığı ABD vatandaşlığı süreci, bunun yanı sıra Yale Üniversitesi'nde doktora yaptığı sırada, hangi ABD devlet görevlisinin, nerede, hangi özel ilişki içinde ve niçin vatandaşlık “teklifi”nde bulunduğu, ABD vatandaşlığı karşılığında Çiller'den yapılması istenenlerin tek tek açıklandığı kitapta dönemin başbakanı Tansu Çiller’e dair tüm yasadışı faaliyetler kamuoyunun bilgisine sunuluyor.

 BUNLARI BİLMEDEN OLMAZ!

Çiller Özel Örgütü kitabı, Eski Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis suikastına dair bilinmeyenleri de aydınlatıyor. Orgeneral Eşref Bitlis’in, Jandarma Genel Komutanlığı'ndaki Özel Harp uzmanı ABD’li subayların yanı sıra Kuzey Irak ve Güneydoğu'da faaliyet yürüten yardım kuruluşlarındaki CIA'cı ve Özel Harpçileri engellediğini, Çekiç Güç'ün Türkiye aleyhindeki ve yasadışı faaliyetlerini somut olarak saptayıp, bu konuda hazırladığı raporları Genelkurmay'a verdikten sonra defalarca ABD'li subaylarca Genelkurmay'a ve iki kez Washington'a şikâyet edildiğini okuyacaksınız. Ayrıca kitap, suikastın hemen ardından dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in yaptığı, "Sabotaj değil kaza" açıklaması ve sonrasında, suikastın devlet kademelerince nasıl örtbas edildiğini en çarpıcı yanlarıyla ele alıyor.
1978 yılında meydana gelen 7 TİP’linin öldürüldüğü Bahçelievler Katliamı’nın faillerine dair bilinmeyenler, Eşref Bitlis suikastının faili Binbaşı Cem Ersever’in öldürülmesi, Kürt iş adamı Behçet Cantürk cinayeti, Ülkücü Terör Timi’nin faaliyetleri, kısacası Mehmet Eymür-Hiram Abas, Binbaşı Cem Ersever’den; Mehmet Ağar-Abdullah Çatlı-Sedat Bucak-Hüseyin Kocadağ’a uzanan zincirin analiz edildiği kitap, Türkiye’nin karanlık tarihinin kapısını bir kez daha aralıyor.

25 Nisan 2013 Perşembe

Hasdal’da yazılan Kardak anıları!



Yunanistan’la yaşanan Kardak krizinde adaya çıkan SAT komandolarından ikisi Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen ile Deniz Yarbay Ercan Kireçtepe şimdi Hasdal Cezaevi’nde yatıyor. “Yan yana ranzalarda yatmamız bize büyük güç veriyor” diyen Türkşen’in iki kitabı piyasaya çıkmak üzere.

Türkiye ile Yunanistan’ı savaşın eşiğine getiren Kardak krizinin üzerinden 17 yıl geçti. Kardak kayalıklarına çıkan ekibin başında yer alan Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen, 1990’lı yıllara damgasını vuran iki önemli olayın baş aktörlerinden biriydi. SAT komandosu Türkşen, 1993 yılında gerçekleşen Lucky-S gemisinin 14,5 ton uyuşturucuyla Mısır açıklarında ele geçirilmesi operasyonu ile 1996’da gerçekleştirilen Kardak harekâtında tim komutanı olarak görev aldı. 1987-2010 yılları arasında birçok önemli görevde bulunan Türkşen, NATO Hizmet Madalyası, Üstün Cesaret ve Feragat, Üstün Başarı Kıdemi, Yurt İçi Öğrenim Başarı ve Üstün Birlik Yetiştirme Şerit Rozetleri almaya hak kazandı. Ancak Türkşen’in kaderi Poyrazköy davasında değişti. Terör örgütü üyeliğinden 15 yıl, İkinci Poyrazköy iddianamesinde hükümeti yıkmaya teşebbüsten iki kez ağırlaştırılmış müebbet ve ilave olarak 36 yıl hapis cezası istendi. Balyoz davasından 16 yıl hüküm giydi. 11 Şubat 2011 tarihinde Hasdal Cezaevi B2 koğuşuna konan Türkşen, cezaevinde Poyrazköy kazıları ve Deniz Kuvvetleri davalarını konu alan ‘Adaletin Şeytan Üçgeni Beşiktaş-Silivri-Hasdal’ ve SAT komandolarının 50 yıllık tarihi Lucky-S ve Kardak görevlerini anlattığı ‘1963’ten günümüze SAT Komandoları ve Anılarım’ isimli kitapları kaleme aldı.

Mehter rötarı!

VATAN, Türkşen’in avukatı İbrahim Şahinkaya aracılığıyla yakında piyasaya çıkması beklenen kitapların içeriğine ulaştı. Türkşen’in kitabında Kardak operasyonunda daha ilk anda sorun yaşadıklarını anlatıyor: “Saat 08.15’te vardığımız Yeşilköy Havaalanı’nda ne bizi bekleyen bir uçak ne de personel vardı. İşi daha da vahim hale getiren ise hava meydanındaki nöbetçi personelin bizlerden haberinin olmamasıydı. Saat 09.00 sıralarında bizi göreve götürecek C160 piste iniş yaptı. C160 personelini indirmeye başladığında gelenleri ve gecikmenin nedenini hayretle gördük. ABD’deki Türk Günü’ne katılan Mehter Takımı ve görevli diğer personel şaşkın bakışlar içinde uçaktan inerken biz de uçağa bir an önce yerleşmek için koordinelere başladık.”

Masraflar cepten

Komandolar Dalaman’da da ilginç sorunlar yaşamış: “Dalaman’a adımımızı attığımız andan itibaren karşılaştığımız manzara, benzinden önce başka sorunlarımız olacağınız gösteriyordu. Bodrum Askeri Kampı’na varır varmaz bu sorunu belirtmiştik ancak kamp müdürünün ne bir benzin deposu vardı ne de bize benzin temin etme şansı. Ercan’ın kredi kartı vardı ve en yakındaki benzin istasyonuna yolladığımız personelimiz görevde kullanılacak tüm benzini temin etti. Eksiklerimiz benzinle de bitecek gibi değildi. Kumanya hazırlanması konusunda da kimseye bir talimat verilmemişti. Bu sorun da yine Ercan’ın kredi kartıyla, kampın karşısındaki bakkaldan, ekmek arası peynir yaptırarak temin ettik.”

Düşman keçi!

Kayalıklara 1.5 saat geç çıktıklarını anlatan Türkşen, kayalıklardaki ilginç anları da aktarıyor: “5 metre mesafede birinin hızlı adımlarla sıçrayarak bir taşın arkasına geçtiğini gördüm. Hemen etrafımdakileri kısık bir sesle, Her an ateş yiyebiliriz, kendiniz koruyacak bir sütre gerisi bulun, diyerek ikaz ettim. Tüfeğimin emniyet mandalı açıktı. Ancak karşımda ne olduğunu bilmiyordum ve hareket eden karaltı tek başınaydı. Diğer personel de çıt çıkarmadan ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Bir süre sonra karaltı açığa çıkarak kendini gösterdi. Sessiz karaltının iki kol iki bacak yerine dört bacağı olduğunu ve sesinin de ‘meeee’ şeklinde çıkmasında adanın asıl sakinleri keçilerden biri olduğunu anladık. Tarih sayfalarına keçi vuran SAT’lar olarak yazılmaktan kıl payı kurtulduk.”

Ve bayrak gönderde

Albay Ali Türkşen, Kardak kayalıklarındaki Yunanistan bayrağının yerine Türk bayrağını diktikleri anları “Al bayrağımız rüzgârın da etkisiyle dalgalanmaya başlarken Hakan’la kenara çekildik ve esas duruşta selamımızı verdik” diye anlatıyor.

‘Güner önce istifa etmeliydi’

“Nusret Güner’in istifası gecikmiş ancak oldukça anlamlı
bir istifadır” diyen Türkşen, şöyle devam ediyor: “Oramiral rütbesinde bir subayın bütün meslek yaşamı süresince hedeflediği Kuvvet Komutanlığı makamına ulaşması kesinken istifası büyük bir irade isteyen son derece onurlu bir davranıştır. Öte yandan bu istifanın komplolar kendi ailesine ulaşma ihtimali baş göstermeden önce yapılmasıysa belki de istifayı çok daha anlamlı kılabilirdi. Böylece İzmir merkezli başlatılan İkinci Askeri Casusluk davası bambaşka bir yöne de gidebilirdi. Bu yeni kurgu dava Türk Deniz Kuvvetlerinde idareyi ele alma yolunda büyük aşama kaydeden bir çıkar grubunun, kendi istedikleri dışında komuta kademesine gelme ihtimali olan son subayların da tasfiyesinden başka bir şey değildir.”

Deniz Kuvvetleri darbe yapabilir mi?

Türkşen’in davalarla ilgili tepkisi ise şöyle: “365 sanıklı Balyoz Davası’nda ceza alan 325 kişi değerlendirilmeli. 101 karacı subay, 145’i subay 7’si astsubay olmak üzere 152 Deniz Kuvvetleri personeli, 41 havacı subay, 29 jandarma subayı, 1 Hava Kuvvetleri mensubu bayan daktilo memuru ve 1 sivil ülkede darbe yapmaya niyet etmişler. Ancak bu dağılımın baş aktörü, TSK içerisinde en az personel mevcuduna sahip Deniz Kuvvetleri’nin nasıl olup da darbe yolunda bütün yükü sırtlandığı açıklanmaya muhtaçtır. Toplam mevcudu 50.000’li rakamlarda olan ve hemen hemen tüm üsleri deniz kıyısında konuşlu bir kuvvetin bu darbede nasıl bir icrayı fiil kabiliyeti olduğu da belirsizdir.”

Hasdal’da duyulan ezan sesleri...

Türkşen, kendisi gibi hapiste olan emekli Albay Levent Bektaş’tan aldığı bilgilerle Silivri ile Hasdal cezaevlerini karşılaştırdı. Türkşen, şunları söyledi:

“Hasdal daha insani bir cezaevi. Öncelikle üç tarafı çam ağaçlarıyla çevrili. Yataktan kalkar kalkmaz pencereden dışarı baktığımda güneşi ve çam ağaçlarını görebiliyorum, kokularını duyabiliyorum. Özellikle Hasdal’ın ana yola bakan batı kenarındaki koğuşlar bu yönden çok şanslı. Yaz boyu sabahları etraftaki ormandan gelen kuş sesleri yataklarından kalkanlara eşlik ederken, kışın da kar yağdığı günlerdeki ağaçların görüntüsü hayata dair hâlâ ümit beslememizi sağlıyor. Çok rahat duyulan ezan sesleri Silivri’yle karşılaştırıldığında Hasdal’ı daha yaşanır bir yer haline getiriyor. Bir de Hasdal tek kat olarak inşa edildiğinden ve çevresinde yüksek duvarlar olmadığından gökyüzünün görebildiğiniz metrekaresi oldukça fazla. Sular 24 saat akıyor. Yemekler güzel. En büyük avantajımız koğuş düzeninde kalıyor olmamız. Gün içinde sohbet edecek dertleşecek birçok silah arkadaşımız oluyor. Ancak özellikle dört SAT Komandosu olarak ben, Deniz Yarbay Ercan Kireçtepe, Deniz Binbaşılar Eren Günay ve Erme Onat yan yana ranzalarda yatmamız bize büyük güç veriyor. SAT Komando vasfımızı ve formumuzu koruyabilmek üzere dördümüz de mutlaka her gün spor yapıyoruz. Hem de öyle pek hafif spor da değil. Günün kalan kısmı mutlaka kitap, ayrıca gazete okumak ve televizyon seyretmekle geçiyor. Eren profesyonel seviyede gitar ve saksafon çaldığı için onun vaktinin bir kısmıysa müzikle geçiyor.”


Kaynak: Vatan Gazetesi

24 Nisan 2013 Çarşamba

TSK’ya operasyonun şeması



Balyoz davasından 16 yıl hapse mahkum edilen Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen, “Kardak’ta Kahraman Hasdal’da Esir” adlı yeni kitabında “Balyoz davası”, “Kardak Krizi” ve “TSK içindeki yapılanma” gibi konuları anlattı.


HABER MERKEZİ (Caner Taşpınar)- Balyoz davasından 16 yıl hapse mahkûm edilen Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen, Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Kardak’ta Kahraman Hasdal’da Esir” adlı yeni kitabında Türk Silahlı Kuvvetleri’ni (TSK) Balyoz davası eliyle hedef aldığını anlattığı “komplo merkezinin şeması”nı  çizdi.

Ege Denizi’nde 1996’da yaşanan ‘Kardak Krizi’nde SAT komandosu olarak adaya çıkan Kurmay Albay Ali Türkşen, yeni kitabında “Balyoz davası”, “Kardak Krizi” ve “TSK içindeki yapılanma” gibi konuları ele aldı. Türkşen’in raflardaki yerini alan kitabı şimdiden beş baskı yaptı.

MEKTUPLARA DİKKAT!

SAT Komandosu Ali Türkşen, TSK’daki köstebeklere ulaşmak için öncelikle Balyoz davasındaki ihbar mektuplarını incelenmesi gerektiğine dikkat çekti. İhbar mektuplarını cümle cümle inceleyen Türkşen, kitabında şunları yazdı: “TSK'ya kurulan komplonun mimarlarının ABD (CIA  eliyle), Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve F Tipi Cemaat (TSK içindeki üniformalı hainler-Yargıdaki teşkilatlanma-Emniyet teşkilatı içindeki yapılanma vasıtasıyla) olduğu, komplonun kimlere yarar sağladığı değerlendirildiğinde ortaya çıkmaktadır. ABD/CIA bu komploya senaryo temelinde ve Türkiye'deki komplo elemanlarını yetiştirme anlamında destek sağlamış olmalıdır. Komploda etkin rol oynayan ABD/CIA, irtibat grubu elemanları vasıtasıyla senaryoyu koordine etmiş, Emniyet teşkilatı içinde olduğu değerlendirilen komplo elemanlarını da ABD ya da Türkiye'de, isimleri “Bir vatanseverden nasıl terörist üretilir?” ve “Yeni bir ülke inşa yöntemleri” olabilecek kurslarda eğitmiş gözükmektedir.”

KOMPLO ŞEMASI

Balyoz davası dosyasındaki ipuçlarını değerlendiren ve tutuklanmadan önce TSK’da yaşanılanları aktaran Albay Türkşen’in, bu bilgileri bir araya getirerek oluşturduğu “komplo merkezinin şeması” şöyle:  

*Ana senaryo ve koordinasyon grubu: Büyük yalanı tek merkezden yöneten ve faaliyetleri koordine eden gruptur. Muhtemelen CIA'nın hem kendi adamları hem de CIA tarafından yetiştirilen elemanlar bu grupta görevlidir. Kurgudaki Amerikan etkisi kendini en çok bu grubun faaliyetlerinde göstermektedir.

*Bilgi toplama-değerlendirme-yönlendirme grubu: Bu gruba bilgi temin eden iki önemli alt grup F Tipi Cemaatin TSK içindeki üniformalı hainleri ve Emniyet içindeki teşkilatlanmadır. Bu konudaki en büyük başarıyı Donanma Komutanlığı karargâhında elde etmişlerdir.

*Bilgi işlem ve hacker grubu: Büyük yalanın asıl yükünü çeken gruptur. Elde edilen bilgilerin içerisine büyük yalana uygun tali yalanların monte edilmesi ve dijital sahtekârlıkların CD/DVD/harici bellek ortamına aktarılması bu grup tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu grubun da muhtemelen Emniyet içindeki Cemaat unsurlarından oluştuğu, bir kısmının ABD'de özel yetiştirildiği değerlendirilmektedir.

*Mühimmat toplama ve gömü grubu: İki alt birimden oluşan bu gruptaki mühimmat toplayıcıların bir kısmı, özellikle Güneydoğu'da ve Irak'ta kontrol dışında kalan bir kısım malzemeyi temin eden ve günü gelince kullanmak üzere saklayan gruptur. 

*Saha elemanları: En aktif ve dinamik gruptur. Bu grubu oluşturan personelin önemli bölümünün genç olduğu değerlendirilmektedir. Ev ve işyerlerine sahte belge, dijital veri, patlayıcı, mermi ve uyuşturucu yerleştirme gibi önceden hazırlık gerektiren faaliyetlerde kullanılan kişilerdir.

*Basın-yayın ve halkla ilişkiler elemanları: Mehmet Baransu, Ahmet Altan, Yasemin Çongar'ın başrollerde olduğu Taraf Gazetesi liderliği elinde bulundurmak üzere belli bazı yayın organlarında komplonun taşeronluğunu yapan elemanlar, TSK'nın içinde yuvalanmış çeteci bir yapılanma konusunda kamuoyu algısının oluşmasına katkı sağlamıştır.

TSK'ya Komplo Kuran Çetenin Şemasını Çizdi


Kardak krizinde adaya Türk Bayrağını diken SAT Timinin komutanı Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen, 2008 yılından bu yana TSK'ya komplo kuran şebekenin şemasını çizdi.

Yunanistan'la 1996 yılında yaşadığımız Kardak krizinde adaya çıkarak Türk bayrağı diken SAT Komando Timinin komutanı Albay Ali Türkşen'in Hasdal Cezaevi'nde yazdığı ve Kaynak Yayınları tarafından yayımlanan "Kardak'ta Kahraman Hasdal'da Esir" adlı kitabında, TSK'ya komplo kuran şebekenin şemasını çizdi.
Balyoz davasında 16 yıl hapis cezasına çarptırılan ve aynı zamanda Poyrazköy davasının sanıkları arasında yer alan Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen, kitabında 2008 yılı Temmuz ayında başlatılan Deniz Kuvvetleri üzerinden TSK'yı itibarsızlaştırma ve Deniz Kuvvetleri'ni yeniden yapılandırma harekâtı kapsamında komplo çetesinin hayali ihbarcı profilinin başında ABD, AKP ve F Tipi Cemaat'in bulunduğunu vurguluyor.

Tertibin merkezinde ABD var
Buna göre ABD, komplo senaryosunun temelini oluşturuyor. AKP ise HSYK, Yagıtay ve TÜBİTAK gibi kurumlan devreye sokuyor ve F Tipi Cemaat de Emniyet, TSK ve yargı içinden operasyonu yürütüyor.
Türkşen kitabında komplocu ekibi şöyle sınıflıyor:

Ana senaryo ve koordinasyon grubu: Büyük yalanı tek merkezden yöneten ve faaliyetleri koordine eden gruptur. Bütün bilgiler bu merkezde toplanmak suretiyle senaryoya uygun olarak işlemden geçirilmektedir. Komplo unsurları arasında koordinenin icra edildiği karar grubudur. İhbarları hazırlar. Muhtemelen CIA'nın hem kendi adamları hem de CIA tarafından yetiştirilen elemanlar bu grupta görevlidir.

Bilgi toplama-değerlendirme-yönlendirme grubu: Bu gruba bilgi temin eden iki önemli alt grup F Tipi Cemaatin TSK içindeki üniformalı hainleri ve Emniyet içindeki teşkilatlanmadır. Grup, kişiler hakkındaki bilgileri dijital ortamlardan temin ediyor ve hedef kişinin şahsi kullanımındaki alana yerleştiriyor. Türkiye genelinde bütün vatandaşların nüfus ve ikamet bilgilerine ulaşan grup.

Bilgi işlem ve hacker grubu: Büyük yalanın asıl yükünü çeken gruptur. Elde edilen bilgilerin içerisine büyük yalana uygun tali yalanların monte edilmesi ve dijital sahtekârlıkların CD/DVD/harici bellek ortamına aktarılması bu grup tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu grubun içerisinde faaliyet gösteren alt grup olan hackerler ise hedef kişilerin şahsi bilgisayarlarına ve elektronik hesaplarına girerek şahsi bilgileri başka bir hedef kişinin bilgisayarına monte ediyor. Grup muhtemelen Emniyet içindeki Cemaat unsurlardan oluşuyor. Bir kısmı da ABD'de özel yetiştiriliyor.

Mühimmat toplama ve gömü grubu: İki alt birimden oluşan bu gruptaki mühimmat toplayıcıların bir kısmı, özellikle Güneydoğu'da ve Irak'ta kontrol dışında kalan bir kısım malzemeyi temin eden ve günü gelince kullanmak üzere saklayan gruptur. Bu gruba, TSK ve Emniyet içindeki unsurlar ortak katkı sağlamaktadır.
Saha elemanları: En aktif ve dinamik gruptur. Ev ve işyerlerine sahte belge, dijital veri, patlayıcı, mermi ve uyuşturucu yerleştirme gibi önceden hazırlık gerektiren faaliyetlerde kullanılan kişilerdir. Muhtemelen bu gruptaki kişiler de Emniyet içindeki Cemaat yapılanması tarafından yönlendirilmektedir.

Basın-yayın ve halkla ilişkiler elemanları: Mehmet Baransu, Ahmet Altan, Yasemin Çongar'ın başrollerde olduğu Taraf gazetesi liderliği elinde bulundurmak üzere belli bazı yayın organlarında komplonun taşeronluğunu yapan elemanlar, TSK'nın içinde yuvalanmış çeteci bir yapılanma konusunda kamuoyu algısının oluşmasına katkı sağlamıştır.

                                          

23 Nisan 2013 Salı

"Kardak'ta Kahraman Hasdal'da Esir" Boğaziçi TGB Kardak Kahramanıyla görüştü




Boğaziçi TGB, Poyrazköy davasında iki kez ağırlaştırılmış müebbet, ek olarak 51 yıl hapis istemiyle yargılanan ve Balyoz davasından da 16 yıl hüküm giymiş olan Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen'le hem 21 Nisan'da yayımlanacak olan yeni kitabı "Kardak'ta Kahraman Hasdal'da Esir" hakkında bilgi almak hem de içerisinde bulunduğumuz döneme dair fikirlerini öğrenmek üzere Hasdal Askeri Ceza ve Tutukevi'nde görüştü.


ABD - AKP - F Tipi Cemaat

Kitabı iki yıl gibi bir süre zarfında tamamlandığını belirten Türkşen, davaların içerisindeki komploların ABD, AKP, Gülen Cemaati etkisiyle şekillendiğini ve bunları kitabında aktarmaya çalıştığını belirtti.

Türkşen, dava sürecinde yapılan sahtekarlıkları gün yüzüne çıkarmayı hedefleyen kitabında kazılarda yapılan sahtekarlıklardan, ihtar mektuplarındaki sahtekarlıklara, kamuoyu oluşturmak için bazı gazetelerin öne sürdüğü yalanlara kadar birçok noktaya değinmiş.

Ali Tatar ve Berk Erden

Türkşen, kitabını kendilerine atılan iftiralar sonucunda kendi canlarına kıyan Deniz Yarbay Ali Tatar ve Albay Berk Erdem'e ithaf ettiğini belirtti.

Kitabın son kısımlarındaysa bu davaların nereden çıktığına ve kimlerin bu işin içinde olduğuna değindiğini söyleyen Türkşen, bazı gazetelerin aracılığıyla askeri savcılığa nasıl baskı yapıldığını da aktarmış.

"Şimdi de hazırız!"

1996 yılında Kardak kayalıklarına çıkan ekibin başında yer almış olan Ali Türkşen'in şimdiki açıklamalarıysa halen o dönemki duygularını koruduğu yönünde. "Nasıl kardakta saf duygularla can vermeye hazırdıysak şimdi de hazırız."

Peki...

Kendisinin olduğu iddia edilen Baransu'nun bavulundan çıkan cdlerde yer alan "AzılıkEmir.doc" dosyasını sorduğumuzdaysa çok ilginç bir hikaye karşımıza çıkıyor. Dosyanın oluşturulma zamanı olan 5 Kasım 2008 tarihi saat 9.41'de TRT'nin "Savaşta ve Barışta Türk Ordusu" adlı bir programı için kameraların önünde olduğunu aktarıyor. Hakime bu görüntüler izletiliyor. Hakiminse tepkisi "Peki" oluyor. Süreç kaldığı yerden devam ediyor.

Neden?

Bu dönem zarfında neden askeriyenin ve özellikle de deniz kuvvetlerinin hedef alındığını sorduğumuzdaysa cevabı ABD'de aramamız gerektiğini vurguluyor Türkşen. ABD'nin Karadeniz'e çıkma planlarına set çeken ve Doğu Akdenizde ülkemizin çıkarları doğrultusunda hareket eden bir donanma hiç şüphesiz birilerinin işine gelmiyor.

Askeri Casusluk Davası

Askeri casusluk davasını da Balyoz ve Ergenekon tertiplerinin bir kolu olarak gören Türkşen, geçtiğimiz dönemde bir kesim tarafından uyarılan ancak emekli olmayan askerlerin bu davada hedef alındığını anlatıyor.

Dicle Üniversitesindeki Olaylar

12 Eylül öncesinde lisede olduğunu söyleyen Türkşen, özellikle Dicle Üniversitesinde başlayan ve diğer bazı üniversitelere de sıçrayan bu tarz olayların lise yıllarını andırdığını söylüyor ve Güneydoğuda bir Cumhuriyet otoritesinin zayıflığının ortaçağın karanlık örgütlerini açığa çıkarttığını aktarıyor.

"İmralı'ya gidenlere Skorsky tahsis edilsin."

"Barış" adı altında ülkeyi uçuruma sürükleyen bir süreçte Türkşen şöyle bir serzenişte de bulunuyor. "İmralı'ya gidenlere gemi değil Skorsky tahsis edilsin."

"En büyük silah hukuk."

Onlarca bilirkişi raporuyla sahteciliği açıklamalarına ve binlerce delil ve görgü tanıklarıyla suçsuzluklarını ispatlamalarına rağmen hukuksuzluğun halen devam ettiğini anlatan Türkşen "En büyük silah hukuk." diye de ekliyor.

"Bu davalar cumhuriyet mitinglerinin ürünü"

Türkşen bu davaların AKP hükümetini titreten Cumhuriyet Mitinglerinin bir ürünü olduğunu savunuyor.

Ve TGB...

Ziyaretlerine korkan arkadaşları olduğunu söyleyen Türkşen koca koca komutanların hatta TSK'nın bile askerine sahip çıkmadığını söylüyor TGB'li gençleri Hasdal'da görmekten son derece gurur duyuyor. 'TGB'nin dinamizminin önünde hiçbir kuvvet duramaz diyen Türkşen, TGB'nin umut kaynağı olduğunu belirtiyor.

Mertcan Yılmaz- Boğaziçi TGB

Tertiplerin Üçlüsü ABD-AKP ve F Tipi


Tertiplerin üç güce dayandığını ifade eden Türkşen 'Bu üç gücün, senaryoları kurgulayan- uygulayan-yöneten koltuğunda oturduğu fazla düşünmeye gerek olmadan tespit edilebilecek basit bir gerçektir. Bunlar ABD-AKP-F Tipi koalisyondan başkası değildir' dedi.


Poyrazköy Davasında tutuklu bulunan Albay Ali Türkşen, "Kardak'ta Kahraman Hasdal'da Esir" adlı kitabında Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy ve benzeri davaların üç güce dayandığını yazdı. Türkşen, bu üç gücün ABD, AKP ve F Tipi Cema¬at olduğunu belirtti. Albay Türkşen kitabın "Kim bunlar ve amaçları ne?" bölümünde şu görüşlere yer verdi:


'Alim olmaya gerek yok'
"Ucuz bir polisiye roman bile olamayacak, içinde binlerce hayatın olağan akışına aykırı olay barındıran kurgu davalar esas olarak üç güce fayda sağlamıştır. Bu gerçeği tespit etmek için de ne âlim olmaya ne de derin siyasi bağlantılara sahip olmaya gerek vardır. Aslında fayda sağlamanın ötesinde bu üç gücün, senaryoların kurgulayan-uygulayan- yöneten koltuğunda oturduğu da yine fazla düşünmeye gerek olmadan tespit edilebilecek basit bir gerçektir. Bu üç güç elbette ABD-AKP-F Tipi Cemaat koalisyonundan başkası değildir."

'Cemaat TSK'da kadrolaştı'
ABD'nin bu operasyonlara katkısının zorunluluktan kaynaklandığını, NATO ve ABD'den uzaklaşan TSK'nın acilen eski konumuna çekilmesi ihtiyacının hissedildiğini belirten Türkşen, "Kendi gemisini, sonarını, silahını yapacak hale gelen Türk Deniz Kuvvetleri'nin bölgesindeki çıkar gruplarına engel olması, Akdeniz, Ege ve Karadeniz'de ulusal çıkarları ön plana taşıması Türk Deniz Kuvvetleri'nin kendi sonunu istemeden de olsa hazırlamasına sebep olmuştur" sözlerinin altını çizdi. "F Tipi Cemaat TSK'da kadrolaştı mı?" sorusunu soran Kardak kahramanı Albay Türkşen kitabında, yanıtı "Elbette" diye verdi.

‘Komutanlar kendi iplerini çekti!’



Poyrazköy davası sanıklarından Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen, Hasdal Cezaevi’nde 2. kitabını kaleme aldı. Türkşen kitabında Balyoz duruşmalarındaki bazı komutanların davranışlarını eleştirdi.



Balyoz davasında 16 yıl hapis cezasına çarptırılan ve aynı zamanda Poyrazköy davasının sanıkları arasında yer alan Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen, tutuklu bulunduğu Hasdal Askeri Cezaevi’nde ikinci kitabını yazdı. 17 yıl önce Yunanistan’la yaşanan Kardak krizinde adaya çıkanSAT komandolarından biri olan Türkşen, “Kardak’ta Kahraman Hasdal’da Esir” adlı kitabında, Balyoz duruşmalarında üst düzey bazı komutanların davranışlarını eleştirerek, “Silah arkadaşlığının en üst seviyede sürdürülmesi gereken bir kurumda, mahkeme salonlarında yaptıkları savunmalarla, kendilerine olan güveni ve saygıyı sarsan, hatta yok eden bazı üst düzey komutanlar, adeta rütbe ve makamına uygun olmayan sözleriyle kendi iplerini kendileri çekmişlerdir” dedi.


‘Komplo çetesi’
Türkşen TSK’da disiplin anlayışının da değiştiğini anlattığı kitabında yargılanan komutanların duruşmalardaki tavırlarını eleştirdi. Türkşen, şunları yazdı:
“(...)TSK bu süreçte disiplin anlamında da önemli yaralar almış, bu yaraya sebep olanlar da yine TSK’nın geleneğine aykırı hareket eden kendi personeli olmuştur. Silah arkadaşlığının en üst seviyede sürdürülmesi gereken bir kurumda, mahkeme salonlarında yaptıkları savunmalarla, kendilerine olan güveni ve saygıyı sarsan, hatta yok eden bazı üst düzey komutanlar, adeta rütbe ve makamına uygun olmayan sözleriyle kendi iplerini kendileri çekmişlerdir. Bu anlamda tutuklu personel arasında Hasdal ve Silivri’de olmayı hak etmeyenler vardır ve bu personelin komplo çetesi tarafından iyi tespit edilemediği değerlendirilmektedir.”

‘Mahkemeye methiyeler’
Albay Türkşen, “TSK’nın disiplin ve onur anlayışına en büyük zarar veren gruplar ve hareketleri” başlığı altında da duruşmadaki bazı askerlerin tutumları şöyle sıraladı:
-  Mahkeme heyetine şiirler yazan, methiyeler düzenler.
-  Dini inancını öne çıkararak adaletten medet uman, ‘Ben de sizdenim’ havası yaratmaya çalışan “mütedeyyin” vasıflılar.
-  Davada yargılanan bir diğer silah arkadaşını/komutanını suçlayarak kendini aklamaya çalışan, “Ben yapmadım, ama o yaptıysa bilemem” diye savunma yapanlar.
-  2010 yılı Şubat ayındaki ilk tutuklamaların ardından Hasdal’da 4 ay tutuklu kalan, 102 kişilik yakalama listesinde adı bulunan, ancak hapisten çıktıktan sonra “Ben bir daha hapse girmeyeceğim” diyerek “nefesi kuvvetli bir hoca” bulan, davanın ilerleyen safhasında önce tutuklanmaktan kurtulan, ardından da hakkında beraat kararı çıkartmayı becerenler.
-  Önemli sayıdaki sanık avukatı adaletsizliği protesto ederek mahkeme salonuna dahi girmezken, avukatını zorla salona sokan, son savunmasını yapan, her duruşmaya takım elbise-kravatla gelerek, karar sonrasında iyi hal indirimi almaya razı olanlar.
-  Bu gruplar içinde en anlaşılmaz olanları da son gruptakiler oluşturmaktadır. Bir insan işlemediği bir suç için neden iyi hal indirimine razı olur, anlamak mümkün değildir. Acaba bu silah arkadaşlarımız işlemedikleri bir suç için 16 yıl yerine 13,5 yıl hapis yatmayı içlerine nasıl sindirebilmişlerdir?

Esra ALUS
Kaynak: Milliyet Gazetesi

Org. Özel'in Esir Komutanlara Emri



Ergenekon tertipleriyle Hasdal'da esir olan kahramanlardan Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen de " kitaplı subaylar " sınıfına geçti. Kaynak Yayınları'nın geçen hafta yayımladığı "Kardak'ta kahraman, Hasdal'da esir" isimli kitap, bir gazeteci için sıra dışı haberlerle dolu. Örneğin Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel in Hasdal'ı ziyaret ettiğini biliyorduk ama görüştüğü esir komutanlarla ne konuştuğunu, onlara neler söylediğini bilmiyorduk. Artık Yazar Ali Türk şen'den öğreniyoruz: " Yargılamayı yapan hâkimlere güvenin. Karşılıklı diyaloğa girmeyin. Savunmalarınızı kısa tutun ve bir an önce tamamlayın. Cezaevinde de olsa asker olduğunuzu unutmayın ve disiplinsiz hareketler içinde olmayın. Herhangi bir suç işlerseniz gerekirse cezanızı ben veririm. Ben, uyumlu bir şekilde hareket eden biri olarak, bu olayların açıklığa kavuşması için kendi yöntemlerimle mücadele edeceğim. Ancak bunda başarılı olamazsam ben de önceki komutanlanm gibi görevi benden sonra gelenlere devrederim. Ancak bunun ne zaman olacağını size söyleyemem, bir süre veremem. " (s: 353) Ancak Org. özel ne başarılı olmuştur ne de görevi kendinden sonra gelene bırakmıştır! Üstelik " hâkimlere güvenin, savunmanızı kısa tutun " diyerek de silah arkadaşlarını yanlış yönlendirmiştir! Hasdal'dan Genelkurmay'a sert tepki Ve Balyoz sanıkları komutanlarının direktifine uymuş ve hüküm giymişlerdi. Hasdal'da oluşan tepkileri dindirmek üzere bu kez 1. Ordu Komutanı Org. Yalçın Ataman gider ziyaretlerine... 3 Nisan 2012'deki bu ziyaret oldukça gergin geçmiş, hatta Ali Türkşen in belirttiğine göre komutan, bazı subayların görüşmeyi terk etmesini dahi emretmek zorunda kalmıştır. (s: 353) Tümamiral Soner Polat'ın, Hasdal'daki tutuklu subaylar adına Org. Yalçm Atamana ilettiği mesaj ise çarpıcıdır: " Generalim, ben Atatürk'ün ordusunda amiral olarak görev yapma mutluluğuna eriştim ve gör evimi tamamladım. Artık bir daha göreve dönmeyeceğimi biliyorum. Zaten bugünkü TSK'yla gönül bağım da kopmuş durumda. Bize iletildiği şekliyle Genelkurmay Başkanımızın direktifleri doğrultusunda iyi bir asker olarak bana verilen emri yerine getirdim ve Balyoz davasındaki savunmamı çok kısa tuttum, hâkimlere güvendim. Şu an geldiğimiz durum ortadadır. Şimdi bilmek istediğim. Genelkurmay Başkanımızın gelişen durum karşısın da yeni bir emri varsa onu öğrenmektir. " (s: 354) Büyükanıt: Karışmayacağız iş Beşiktaş'ın AB Türkşen'e göre Genelkurmay Başkanlığı'nın tutumu her aşamada problemlidir. Türkşen, HKK Askeri Başsavcısı Albay Ahmet Zeki Üçok'un şu uyarısını, bu problemli bakışa örnek olarak vurgulamaktadır: " Beş teğmen ile ilgili soruşturmanın da hukuki irtibat bulunması nedeniyle askeri savcılık olarak bana verilmesi için Genelkurmay Başkanlığı adli müşavirliğine gittim. Ancak bu ikazların, Büyükanıt tarafından dikkate alınmamıştır. Bana 'Biz bu işe karışmayacağız' denilerek soruşturmanın Beşiktaş savcılarınca sürdürüleceği bildirilmiştir. " (s: 355) Silah arkadaşlığını terkedenler Işık Koşaner hariç son dönem Genelkurmay Başkanları'nın tamamını sorumlu tutan Ali Türk şen, bu nedenle hapisten çıkan bir teğmenin orduevinde karşılaştığı eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök e " sizin hâlâ buralarda dolaşacak yüzünüz var mı? " diye tepki gösterebildiğine dikkat çekiyor, fakat ekliyor: " Hilmi Özkök'ün imkânı olmadığı için silah arkadaşlarına destek vermek üzere Silivri'ye de gelemediği göz önüne alınırsa, muhatap olduğu bu davranış şekline şaşırmak gerekir. " (s: 359) Anımsayacağınız gibi eski Genelkurmay Başkanı emekli Org. İlker Başbuğ, duruşmada " Hani ne rede o eski genelkurmay başkanları. Hiçbiri bura da yok. Onların başına gelse, biz koşa koşa gelirdik buralara "'demişti. Bunun üzerine Hilmi Özkök. silah arkadaşlığı tarihine ibretle geçen şu açıklamayı yapmıştı: " Ben İzmir'deyim, imkân olsa da orada olsam. " (Milliyet, 29 Mart 2012)