4 Mart 2013 Pazartesi

YOKSULLUĞUN DOST YÜZLERİ"NDE YAĞMALANAN BELLEKLER


 KAYNAK YAYINLARI, Latin Amerika üzerine bir Türk gezginci tarafından yapılmış en kapsamlı gezinin kitabını " Yakılan Bellekler " adıyla yayımladı. Kitabın gezgincisi ve yazarı Buket Şahin, Köy Enstitülü bir öykücünün kızı olarak Malatya'da dünyaya geldi. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi öğrencilik yıllarında ilk yurtdışı gezilerini staj nedeniyle gittiği Avusturya ve İsviçre'ye yaptı. 1987 yılında Viyana'da tanıştığı Meksikalı Aztek aktivist Xoko Gomora'dan çok etkilendi ve " Azteklerin Gerçek Tarihi " kitabını Almancadan çevirdi. 1991 yılında New York'a giden ve 16 yıl boyunca orada yaşayan Şahin, Kızüderi kökenli, tarih öğretmeni Russell ile evlendi. Uzun yıllar, sanatkültür vakfı " Moon and Stars Project " in yönetim kurulunda görev aldı, bir grup arkadaşıyla öykü atölye çalışmaları yaptı.

New York, Baltimore, Las Vegas ve Los Angeles'taki turizm fuarlarında görev aldı. 2006 yüında, Guatemala'da düzenlenen " Dünya Maya Kongresi " ne davetli olarak katıldı, Orta Amerika ülkelerini gezdi, izlenimlerini " Yaşayan Maya / Güneş Kadınları " başlıkları altında farklı sanat kurumlarında sundu, sergiledi. Travel Channel, CBS, MTV UK ve BBC kanalları için Türkiye'yi tanıtan belgesel çekimlerinde araştırmacı ve mihmandar olarak çalıştı. Cumhuriyet gazetesinde " Sömürü Düzeni " üzerine yazı dizileri ve röportajlar yayınladı. Eduardo Galeano, William Engdahl, Andre Vltchek, Eva Golinger gibi önemli şahsiyetlerle röportajlar yaptı. Geçtiğimiz sene Hürriyet gazetesinde yayınlanan ve tutuklu gazeterilere dikkat çekilen Paul Auster röportajım hatırlarsınız. Ülkemiz ve uluslararası siyasi ve edebiyat çevrelerde büyük yankılar uyandırmıştı. Paul Auster ile o röportajı yapan Buket Şahin'di. 2008 yılında Peru ve Bolivya'da İz TV için " Kayıp İnka Kentlerinin izinde " adlı bir belgesel çekti, " istanbul'un Kaybolan Çingene Mahalleleri, Kaybolan Bellek, Kentsel Bölüşüm " adlı foto belgeselini 2009 yılında Helsinki, 2010 yüında Lizbon'da düzenlenen " Gypsy Lore Society: Dünya Çingene Sempozyumumda ve Romanya'daki " IRAF " festivali'nde sunan Şahin, 50 ~ den fazla ülke gezdi ve fotoğraflarla bu gezilerini belgeledi. Yazarın Latin Amerika gezisi üzerine çıkardığı kitabı " Yakılan Bellekler " üzerine kendisiyle bir söyleşi gerçekleştirdik Sunay Akın kitabınızın önsözünde " Kibele'nin kızı Latin Amerika'nın ezilen halklarına süt taşıyor. Buket Şahin, bir gezgin ya da gazeteci değil, çağımızın yaşayan gerçek bir Coğrafyacısıdır. tik kez ülkemizden bir yazar, Orta ve Güney Fffalanan eye yapılan gezinin önce o n edebiyatını okumakla ^ ına inandım hep. 20 yıldır ika'ya yaptığım gezilerin Amerika ülkelerini bu denli derinliğine keşfederek yazıyor... " diyor. Nasıl başladı Latin Amerika'ya olan ilginiz? 1987 yılında staj için gittiğim Viyana'da Aztek aktivist Xokonosctletl Gomora'yla tanışmış, bana hediye ettiği " Azteklüerin Gerçek Tarihi " kitabını Almancadan çevirmiş, çok etkilenmiştim. Daha ilkokul yaşlarımda, babam elime Samed Behrengi, Saint Exupery, Aziz Nesin, Orhan Kemal gibi yazarların kitaplarını verdi. Edebiyat ve sinema konuşulan, çok değerli insanların evimizi ziyaret ettiği bir dönemde geçti çocukluk yıllarım, ikinci kuşak bir Türkmen yörük kızı olarak bir doğa bilgini ve Toroslann son yörüklerinden şaman babaannemin gözüyle görmeye çalıştım o uzak coğrafyalardaki kadınların yaşamlarını. Anadolumuzu karış karış gezmeye çalıştım. Çocukluk yıllarımda her yaz gittiğimiz Mersin'in 1600 m. yükseklikteki köyümüz Arslanköy'de yörük kadınların çalışkan, üretken hallerine ama bir o kadar ezildiklerine tanık oldum. Asya tipi üretim tarzı vardı o zamanlar. Okuma yazması olmayan, hep ineğin yanında veya elinde eğirteciyle gördüğüm babaannem bir bilge kadındı: " İnsan verdikçe zenginleşir, " derdi hep. Saati sorduğumda dağın gözü dediği, toroslann eteğindeki şaymana mağarasına bakar Oğuz Türkçesi bir şeyler söylerdi. Bir anlam veremezdim çocuk aklımla. Toros yörüklerinin yurtsuz yörük ölülerine imgelediği makam, sıra ve utku taşlarına Machu Picchu'daki inka izleği yolunda rastladım. MezoAsya'dan Mezopotamya ve Mezoamerika'ya ortak şaman (s) imgelerin izini sürdüm, tllimanı dağı olsun, And Dağlan olsun, Atlas Dağlan olsun veya Guatemala'nın yüksek yaylalanndaki yaşayan Maya köyleri, MezoAsya'daki kaya mezarları, Van bölgesindeki ahlat yazıttaşlan olsun ortak şaman (s) imgeler beni çok etkiledi. Ortak paydalar taşıyan töre bulguları ve tapun görmüş kültürel şifreler aynı. Yoksulluğun yüzleri dosttur.

EDEBİYAT VE COĞRAFYA

Kitabın bütününü okuduğumuzda, Latin Edebiyatı ve bazen Latin sineması öne çıkıyor ve kitaba zenginlik katıyor. Bir ülkeye yapılan gezinin önce o ülkenin edebiyatmı okumakla başladığına inandım hep. 20 yıldır Latin Amerika'ya yaptığım gezilerin notları ve Latin yazarların efsane yazıtlarıyla harmanladığım bu kitabı yazmak, gezgin belleğimle tarihsel bir sohbet oldu benim için. Edebiyat ve sinema konuşulan, 14 bin kitaplık bir evde büyüdüm. Ziyaret ettiğim Latin ülkelerde, yazarın dili, mekanı, coğrafyasını ihanet etmeden aktaran yazarlara yer verdim. " Uygarlık ", " özgürlük " sözcüğünü ağızlarından hiç düşürmeyen, " eşitlik " ten asla söz etmeyen, yok edici batılı emperyalistlere karşı, ezilmiş, hor görülmüş, belleği yakılmış yerel halkların safında yer alan edebiyatçılar bunlar. Yoksullann unutulan, unutturulan tarihini, yakılan belleklerini beyaz perdeye ve beyaz sayfalara aktaran yazarlar ve sinemacılar. " Sömürge soygununda kılıç ve haç yan yana, omuz omuza yürümüştür hep " diyen Galeano'yu okumadan Latin Amerika'nın tarihini anlayamazsınız. Jorge Amado'yu okumadan Brezüya'yı, Maya kökenli Asturias'ı okumadan Guatemala'yı, Borges veya Cortazar'ı okumadan Aıjantin'i, Marquez'i okumadan Kolombiya efsanelerini, B. Traven ve Oc tavio Paz'ı okumadan Meksika'yı, Guillen'i okumadan Küba'yı, Romain'i okumadan Haiti'yi gördüm diyemezsiniz. Yaşar Kemal'i okumadan Çukurova'yı gördüm diyebilir misiniz? Ülkemizin gerçek tarihini, mertlik ve mücadele destanlarını epik bir dille aktaran Nazım Hikmet, Ahmed Arif şiirlerini okumamız gibi... Çarlık döneminin Rus buıjuvazisini Tolstoy ve Turgenyev'den, şuadan Rus köylülerini Dostoyevski ve Gorki'den okumamız gibi.

GALEANO İLE SOHBET

Kitabınızda, son 20 yıldır ziyaret ettiğiniz 17 Latin ülkesini anlatıyorsunuz. Emperyalizmin en tüyler ürpertici tarihi Haiti ve Bolivya bölümlerinde anlatılıyor. Latin Amerika'nın her ülkesinde, vahşi kapitalizme ve neoliberalizme karşı direnen popüler kitle mücadeleleriyle ulusala sola dönüşüme tanık oldum sevinçle. " özgürlüğümüz direnişimizdir " diyen toprak yüzlü güneş kadınlanyla yürüdüm kolkola. Efsane yazar Eduardo Galeano ile Uruguay'da yaptığım söyleşide, kendisine ülkemin kesik damarlarını anlattım. ABD, yüzyıldır emperyalist müdahaleleri, kültür, din ve medya sömürüsüyle arka bahçesi gördüğü Latin Amerika'nın belleğini yok etmiş. Kurtarmak, özgürleştirmek, demokratikleştirmek adına açılan savaşlar! Savaşlar yalan söyleyerek yapılır! Latin Amerika'da toprak ana uyanırken, yorgun Mezopotamya çok kültürlülük adlı uygarlık düşünü toprağa veriyor. Muska kültürüne teslim edilen Atatürk Cumhuriyeti " akıl ve bilim " yolunu hızla terk ederken, Latin Amerika uluslan yok edici kültür, din ve medya emperyalizmine karşı Bolivarcı çatı altında birleşiyor. Atatürk'ün akılcı devrimlerinde birleşmek için çıkarılacak çok ders var... Zira, Latin Amerika ve Türkiye'nin açık ve kesik damarları örtüşüyor... Haklısınız, emperyalizmin en vahşi örneklerinden biri Haiti'dir. Şeker adasından kolera adasına dönüşen Haiti'de beyaz lanet devam ediyor. Galeano ile Montevideo buluşmamızda, Haiti'deki depremi konuşurken depremden beter sömürüyü şöyle özetlemişti: " Ne yediğine değil ne yemesi gerektiğine karar verilen bu ülkelerden en trajik ve yoksullaştınlmış ülke Haiti'dir. Fransız krallığının incisi ve zengin kolonisiydi Haiti. Her şey şeker üzerine odaklanmıştı. Şeker ekonomisi zenginlik demekti. Toprak ağalan, köle gücünü çalıştıran yabancılar, Fransızlar şekerin kutsal sunağına insanları kurban ediyorlardı. Şeker toprağı mahvediyor, yok ediyordu. Sonsuz şeker tarlaları ve çiftliklerin mono kültürlülüğü ülkeyi gölgesizliğe ve sınırsızlığa terk ediyordu. Çünkü sadece şekere odaklanan ekonomi, ormanları ve su kaynaklarım öldürdü. Amerika latasının özgürlüğe kavuşmuş, köleliğe son vermiş, ilk kez kolonyal özgürlüğünü ilan etmiş tek ülkesiydi Haiti. ABD değildir. ABD ingiliz kolonyal gücünden çok sonra kurtulmuştur. Köle sahibi Thomas Jefferson, özgürlüğüyle kötü örnek olan bu adaya vebanın mübah olduğunu söylemiştir. Fakat bu şeker üretiminin mahvettiği sömürü devrime ağır bir miras bırakmıştır. Yıllar sefaletten sefalete, diktatörlükten diktatörlüğe geçtikten sonra sömürü yerini pirince bıraktı. Yerli halkı doyurmak için resmi önlemler alındı. Bu kez de IMF ve Dünya Bankası eksperleri gereken önlemleri kaldırdı. Sonuçta Haiti'nin pirinç tarlalarında çalışan köylüler dilenci oldular. Çıplak bırakılan ülkeden kaçarken Karayip denizinde köpek balıklarına yem oldular. Son deprem Haiti'nin ilk mahvoluşu değildir, ilk mahvoluşu Fransa'nın sömürgeciliği sırasında olmuştur ve özgürlüğünü ilan etme küstahlığını gösterdiği için Fransa'ya 150 yıl boyunca haraç ödemek zorunda kalmıştır. " Heyecanla Galeano'nun sözünü keserek araya girmiş: " Bugün aynı Fransa, Haiti'den özgürlük vergisi almaya devam eden Fransa, üçüncü dünya ülkelerine, ülkem Türkiye de dahil, özgürlük dersleri vermeye kalkıyor " demiştim. Galeano gülümseyerek, kaldığı yerden şöyle devam etmişti: " Bağımsızlık günahı, gurur günahıdır 150 yıl ödetilen. Beyaz lanettir bu yerlilerin ağzında. Haiti'nin kendi topraklarına istediği tahılı ekmesi yasaklanır. Borçlan ile topraklarının, yani ülkenin yeni sahibi IMF ve Dünya Bankası pirinç ekimini de yasaklar ve Haiti pirinci, ABD'den ithal etmek zorunda kalır. Bugün Haiti'nin kendi üretimini koruma hakkı yoktur, ABD istediğini üretme hakkına sahiptir. Çünkü herşeyin sahibidir, IMF eksperlerinin de sahibidir ve Dünya Bankası zaten ABD'nin özel mülküdür. Kim yemeğini yediği tabağa karşı konuşmak ister ki?! " öte yandan, Bolivya'nın güneyindeki Potosi kentinde " insan yiyen dağ " Cerro Rico'daki din sömürüsünü anlatıyorum. Yüzyıllar boyunca sadece Bolivya'nın de ğil, tüm Latin Amerika'nın altını, gümüşü, nitratı, kauçuğu, bakırı, petrolü yağmalandı: belleğine de el konuldu. Bir belleği olmasını engelleyenler onu daha baştan belleğini yitirmeye mahkum ettiler. Yağmalanan belleğin en belirgin ve acı özetidir Potosi'den günümüze kalan! ispanyol kralının din soytarılan, görkemlerinin bulanık anısıyla saray ve tapınakların yıkıntılannı bıraktı arkasında. Bir de... milyonlarca Inka yerli ölüsü! Latin Amerika'nın ilk yerli başbakanı Evo Morales, içinden geldiği înka halkına şöyle konuşmuştu: " özgürlüğümüz direnişimizdir. 1825 de Bolivya'nın kuruluşuna hiçbir yerli kabul edilmemişti. ABD de dahil Kuzey, Orta ve Güney Amerika kıtasında da durum böyleydi. Bu yüzden bizim ülkelerimiz baştan yanlış doğmuştu! Amerika kıtasının gerçek sahibi olmayan'azınlık beyazlan', ilk anayasalarında biz kızılderilileri, yerli halkları, kadınları, zencileri ve yoksullan asla insandan saymadılar. " Morales, sık sık esas olarak doğa Ue dengeli ve birlikte yaşamayı ifade eden yeryüzü ve bereket tanrıçası Pachamama'dan yani Toprak Ana'dan söz ediyor ve şöyle diyordu: "... pachamama'yı savunmak için mutlaka herşeyi'naturalize'etmek gerekir. Naturalizasyon demek toprak ananın yaşamını sürdürmesi demektir. Baünın kültürüne karşı, ölümün kültürüne karşı yerli kültürünü, yaşam kültürünü biz inşa edeceğiz. Yerli hareketi kapitalizmle birleşmek istemiyor. Yaşamak istiyor. Sorumlulukla dayanışma ilişkileri içerisinde yaşamak istiyor. Eşitlik istiyor ki bu insanlığın temelidir bizce. " Yoksul bıraktırılmışlığına ve eğitimsizliğine karşın'özgürlüğümüz Direnişimizdir!'diyerek Morales'in izinde yürüyen, çağdaş pachamamalara, direnen cesur Inka kadınlarına ve günümüz Inka ruhunun uyanışına bütün dünya gibi ben de tanıklık ettim ve hüzünlü ama umutlu aynldım Bolivya ülkesinden. Toroslu göçer beyanalarımın ve gökçadırlılann selamı nı yüreğimde götürmenin o ifade edilemez sevinciyle... Sözlerimi yine Galeano'nun sözleriyle tamamlamak isterim: " Dünya da milyonlarca dönüm boş topraklar ve milyonlarca aç ve işsiz insanlar; nedeni, birkaç tapu ve birkaç kurşun... " Brezilya'da gelişen Topraksızlar hareketi MSTyi sizden dinleyelim. MST, Neoliberalizme Direnen " Topraksız Kır işçileri Hareketi " dir. 1970'li yılların sonuna gelindiğinde Brezilya'nın bereketli topraklan bir avuç toprak ağasının elindedir. ABD'nin desteklediği diktatörler ve toprakları işgal eden ABD'nin uluslararası şirketleri kanserli hücre gibi her yere bulaşırlar. Latin Amerika'nın bu en büyük ülkesinin topraklan kızgınlaşır, topraksız köylüleri öfkelenir. Günde ortalama 1000 çocuğun açlıktan öldüğü Brezilya topraklarındaki sömürüye ABD sermayeli şirketler, utanmadan " Brezilya mucizesi " adını koyarlar. " Toprak reformu olmadan demokrasi olmaz ", " Mucize değil, Brezilya Vebası " sloganlanyla, dünyanın en önemli devrimci halk hareketlerinden biri gerçekleşir ve geniş kenarlı toprak ağalarının topraklan işgal edilir, " MST: Topraksız Kır işçileri Hareketi ", ilk olarak 7 Ekim 1979 yılında Macali'yi işgal eder. Güney'de Mato Grosso ve Sâo Paulo'da da eşzamanlı toprak işgali başlar. 1979'dan bu yana tam 33 yıldır devam eden " MST Hareketi " süresince, Belçika ve hatta, Danimarka'dan büyük ölçekte toprak işgal etmiş, 3 milyon insan bu topraksız işçi hareketi sayesinde toprağa kavuşmuştur. Topraksız Insanlann Toplumsal Hareketi olan MST'yi anlatırken, Brezilya'da 1979 yılında patlak veren ilk toprak işgalinden 4 sene önce 1975 yılında Andırın ağalannın topraklarını işgal eden Çukurova Sanbahçe köylülerine de gönderme yaptım. Yine kitapta, Latin Amerika'da emperyalizme direnen " patronsuzlar " ve Arjantin'deki " barikatçılar " ve V / / / A Aydınlık KİTAP 11 OCAK 2013 CUMA ~ J " kartoncular " hareketleri de yer alıyor. Geçen kış ziyaret ettiğiniz Venezuela'yı her yönden inceliyor ve Başbakan Chavez'in mücadelesini tarihsel olarak aktarıyorsunuz. Chavez'in danışmanlarından Eva Golinger ile yaptığınız röportaj da yer alıyor. Neler oluyor Bolivar'ın ülkesinde? And Dağlan'nın yamacındaki küçük bir çiftçi köyü Sabaneta'da, palmiyeden bozma kerpiç bir kulübede doğar Hugo Chavez. 1922 yılında öldürülen isyancıların lideri Pedro Perez Delgado'nun torunudur. Dedesi, 19. yüzyıl ortasında, toprak ve özgürlük için isyan bayrağı çektiren efsane kahraman Ezequiel Zamora'nın köylü ordusunda yer alır. Zamora, Bolivar'a ihanet eden ve ideallerini ayaklar altına alan oligarşiye karşı 184850 arasında büyük bir köylü ve yerli isyanına komuta eder. Yoksul bir öğretmen anne babanın altı çocuğundan biri olan 1954 doğumlu melez Chavez: " Babamın kökleri yerli, kanında Afrika ve mücadele var. Bundan gurur duyuyorum. Yerli olmak halkımın en derin ve gerçek köklerinin bir parçası olmaktır benim için, " der. Askeri Akademi'deki öğrencilik yıllarında Chavez sürekli Simon Bolivar'ın öğretilerini ve toplumsal gerçekçi edebiyatçılan okur, bilinçlenir. Chavez ve birkaç sınıf arkadaşı Bolivar'ın öğretilerinden esinlenerek " Bolivarizm " kaynaklı ulusalcısol bir doktrin geliştirirler ve ilkelerinin ana öğretisi olan antiemperyalizmden yola çıkarak devrimci mirasına hayatını adar. Bağımsızlık, eşitlik ve Latin Amerika'nın birliği için savaşan devrimci Bolivar'ın ilkelerini savunmaya ve yeniden hayata geçirmeye and içer genç teğmen Chavez! Emperyalizmin dayattığı neoliberal politikalann karşısına " sosyal devlet " anlayışıyla çıkan Chavez, 2011 yılında " Bolivar'ın Birleşik Latin Amerika Projesi " CELAC'ı hayata geçirir ve 33 Latin ülkesi Bolivar'ın birleştirici ütopyasmın altında birleşir.. Günümüz Mezopotamya topraklanna baktığımızda aynı ütopyayı Suriye, Türkiye ve Iran için düşünmek ne kadar bir ütopya olur?



Kaynak:  Aydınlık Kitap Eki