7 Mart 2014 Cuma

Kültürel birikim hayatın birikimidir


     Ahmet Yıldız’ın “Nizamülmülk’ün Öldürülüşü” adlı yeni hikâye kitabı, umarım, gözden kaçmaz. Çünkü bu
hikâyeleriyle bir insan önerisi getiriyor. Bu insan, ulusunu seven, tarihsel kökenini merak eden ve araştıran, insana kasteden politik yanlışların doğrudan üstüne yürüyen; bilinçli bir yaşam militanıdır.


     Ahmet Yıldız kendisini adamış bir edebiyat insanı. 1992’de yola çıkıp yüz sayı yayımladığı Edebiyat ve Eleştiri dergisi, şair ve yazarların diri tutulduğu, deneyimlerin yüzleştiği bir ortam oldu. Bu derginin yapılacak birçok araştırma ve inceleme için kaynak oluşturduğu kimse yadsıyamaz. Bu dergiye verilen emek, harcanan zaman, Ahmet Yıldız’ın yazacağı hikâyelerden çalınmıştır diye düşünülebilir. Zaten öyledir, ama Türk edebiyatı kazançlı çıkmıştır bundan. 2006 yılında hazırladığı kapsamlı Edebiyat Yıllığı’nı da bu bağlamda
değerlendirmek gerekir. Niteliklerine bakıp, keşke devamı gelseydi bu yıllığın demekten kendini alamıyor insan. Edebiyata çalışmak, edebiyatçıya çalışmaktır. Ahmet Yıldız başlangıçtan beri bunu yapagelmiştir hep. O, edebiyatın bu toplumsal boyutuyla cebelleşirken yüreği hep hikâyeden yana atmıştır. Tarihsel ve güncel olanın; artzamanlı ve eşzamanlı olgu ve olayların peşinde bir aranışla “Üçlü Kavşak” (1988), “Kadın ve
Boğa” (1998) “Genç Kyros’un Yazgısı” (2002) ve şimdilerde yayımlanan “Nizamülmülk’in Öldürülüşü” (2014) adlarını taşıyan dört hikâye kitabı kazandırmıştır Türk edebiyatına. Hikâye adına yabana atılamayacak kitaplardır bunlar. Hayatı ve insanı gözeten bir anlayışın ürünüdür her biri.

Türk edebiyatında yüzleşme zorunluluğu
     Ahmet Yıldız’ın önemsenmesi gereken bir eleştirmen yanı da var. “Kertenkeleler ve Edebiyat” (2004) kitabında bir araya getirdiği eleştirilerinden da hemen anlaşılacağı gibi; bir eleştiri metninin hırçın, acımasız, kıyıcı olmasından yanadır. Bu katılıkta oluşu, edebiyattan, sanattan yana geliştirdiği tavırla ilgilidir. Haklıdır
bu konuda. Çünkü edebiyat hiç kimsenin özel malı değil; hiç kimse edebiyattan ödün verme hakkını kendinde göremez. Bu tutum, hatır gönül ilişkileriyle sürdürülen edebî ilişkilenmelere de bir karşı çıkıştır, itirazdır. Bu, Ahmet Yıldız’ın önerdiği bir eleştiri yöntemidir aynı zamanda. Bu yönteme de, Türk edebiyatının ivedilikle gereksinmesi var. Bunun anlaşılması ve yaşama geçirilmesi Türk edebiyatında bir yüzleşmeyi de getirebilir. Değerler skalası yeniden düzenlenebilir o zaman. Yuvarlanan her taş yerini bulabilir. Ahmet Yıldız’ın “Nizamülmülk’ün Öldürülüşü” adlı yeni hikâye kitabı, umarım, gözden kaçmaz. Çünkü bu hikâyeleriyle bir insan önerisi getiriyor. Bu insan, ulusunu seven, tarihsel kökenini merak eden ve araştıran, güncel yaşantının tam göbeğinde yer alan, insana kasteden politik yanlışların doğrudan üstüne yürüyen; bilinçli, bireyden ve toplumdan yana siyasi iktidarı amaçlayan eylemli bir öznedir; bir yaşam militanıdır. Adına bakıp bu kitabın tarihle ilgili olduğu düşünülebilir. Bu tür adlandırmaların sakıncalı olduğunu gösteren gerçek olgular var. Edip Cansever’in “Petrol” adlı şiir kitabını vitrinde gören adam, içeriye girip hemen satın alır; ama bir gün sonra geri getirerek, “Bu şiir kitabıymış, ben petrolle ilgili bir kitap sanmıştım” diyerek iade eder. Görüldüğü üzere şairler, yazarlar alışkanlıkların dışına çıkıp aykırı isimler de koyabiliyorlar kitaplarına. “Nizamülmülk’ün
Öldürülüşü” de öyle bir kitap adı. Böylece söz konusu kitabın bir hikâyeler toplamı olduğunun altını da çizmiş olayım. Kendine özgü olmanın getirdiği bir adlandırma denilebilir buna. Hikâyelerin dayattığı bir adlandırma da denilebilir. Bir tarih kitabı değil; ama tarihsel boyutları olan birçok yaşanmışlıkla ilişkili bir kitap bu; ama ele
alınan her konu hikâye türünün gereksindiği karakteristik özellikler gözetilerek yazılmış; kendi rengini üreten özgün hikâyeler yaratılmıştır. Hikâyede yepyeni bir anlayış bu. Zaten kitaptaki ürünleri de, bu özellik daha bir çekici hale getiriyor. Bu açıdan bakıldığında görünen o ki kültürel birikim, hayatın birikimidir denilerek kurgulanmış her hikâye.

İnsanı daha anlaşılır kılma çabası
     Ahmet Yıldız da biriken, bir biçimiyle tarihin bir yerinde kesişen olgu ve olayları ustaca kurgulayarak oluşturmuş hikâyelerini. Beklenmedik bir anda, okuyucu bir masal dünyasında bulabilir kendisini. Gene eşzamanlı olarak imge oluşturmuş, bu biçimiyle toplumsal bellekte yer edinmiş bir savaşın boğuculuğunu da
yaşamak durumunda kalabilir okuyucu. Yani tarihsel göndermelerle toplumların ve o toplum bireylerinin yüzleşmesi de sağlanıyor her hikâyede. Hikâyelere yedirilmiş olan tarihsel kesitler düş kurdurucu bir öğe olarak oldukça etkileyici. Yazılan her şey toplumsal bireyin konumlanışına, o bireyin gel-gitlerine, insanî zaaflarına da açıklık getiriyor. Hikâyecinin, insanı daha bir anlaşılır kılma çabası bu. İzi sürülen her konu, sonuçta insana çıkıyor. Ahmet Yıldız, bir bakıma Marksizmin ufkundaki toplumları ve bireyleri imliyor. Emperyalizme karşı ulusal değerleri gözetmesi de önemli bir izlek olarak yer alıyor hikâyelerde. Tarihsel / kültürel besinden payını alamayan toplumların gelişemeyeceği, kalıcı olamayacağı, özgürlüklerini yitireceği de; derinliğine duyumsatılıyor. Öykülerin kurgusu, toplumların hayatının kurgusu gibi. Hikâye kahramanları, tarihin bütün katmanlarına uğrayıp güncel olana geliyor. Geçmişte kurulan ya da yıkılan bireysel ve toplumsal hayatların sorgulanması; yapaylığa, anlamsal kuruluğa düşmeden gerçekleştiriliyor.

     Kitapta yabana atılamaz dokuz hikâye var. Ahmet Yıldız, bunlardan ‘Yaratma Gecesi’ ile Homeros Edebiyat Ödülleri / Tarık Dursun K Hikâye ödülünü kazanmıştı. Nâzım Hikmet’in hapisteyken yaşadığı yaratma sancısı anlatılıyor bu hikâyede. Bunu özellikle belirtiyorum. Çünkü bir hikâyenin nasıl kurgulanacağını
gösteren önemli bir örnek oluşturuluyor bu çalışmayla. Bu açıdan çok önemli pedagojik bir değeri var. Bir son cümle kurmam gerekirse, sanırım, Ahmet Yıldız’ın daha çok yazması gerekiyor demeliyim.

-----------------------------
Nizamülmülk’ün Öldürülüşü Kitabını %25 İndirimli Satın Almak İçin Tıklayın;