4 Mart 2013 Pazartesi

ARSLAN BULUT: TSK NEDEN BU DURUMA DÜŞTÜ?


 Balyoz Davası’ndan tutuklu, dönemin Donanma Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümamiral Semih Çetin, Hasdal Cezaevi’nde “Bir İhanetin Öyküsü” adlı, önemli bir kitap yazdı. Kaynak Yayınları arasında çıkan kitabın altını çizdiğim satırlarından, bir köşe yazısına sığabilecek kadarını bilginize sunuyorum:
* İfademi imzaladıktan sonra, savcı, avukatıma, “Çok uzatmayın avukat hanım, biz ne savunmalar gördük, sonuç değişmedi” dedi. Sonra bana dönerek, “Siz Yassıada’yı bilir misiniz?” diye sordu. 27 Mayıs 1960’ta dünyada bile olmayan bir savcı, o tarihte sadece iki yaşında olan bir tümamirale geçmişin hesabını soruyordu.


* Sorgu sırasında bana sözü edilen listelerde yüzlerce subayın adı geçiyordu. Sadece Deniz Kuvvetleri’nden, isimleri sahte Balyoz belgelerine bulaştırılan personel sayısı 1800’den fazlaydı. Demek ki bu başlangıçtı. Arkası gelecekti. Bu komplonun asıl amacı ortaya çıkmıştı: Tasfiye..
* Kitabın ismini “Bir İhanetin Öyküsü” koydum. “Bir Komplonun Öyküsü” değil. Çünkü güvendiğimiz kişi ve kurumların ihaneti olmasaydı bu komplo başarıya ulaşamazdı. Komplocular sahte belgeleri hazırlarken hiç özen göstermemiş, binlerce hata yapılmış. Neden? Çünkü başarıdan eminler. Bu hukuk ayıbına dur diyebilecek konumda olanların ihanetini öngörmüşler. İnsanın içini acıtan da bu.
* Asıl önemli darbeyi, taraflı dediğimiz mahkemeden bile önce karar vererek, 4 Ağustos 2012 tarihinde, terfi sırasındaki tutuklu 37 amiral ve generalin emeklilik kararına imza atan Yüksek Askeri Şura üyeleri vurdu. Bunu, çıkaracağı bir kanunla Hükümet yapabilirdi. Doğrusu da buydu. Ama yapmadı. Siyasi bedeli olabilirdi. Akıllıca bir çözüm buldu. Tasfiye kararını komutanlara imzalattırdı.


***


Aslında son derece birikimli olan Balyoz sanığı subayların yaklaşan tehlikeyi çok önceden görmesi, önlem alması gerekirdi. Çünkü yaşanan olaylar doğrudan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bekâsı ile ilgiliydi. Biz askerdik. Birinci öncelikli görevimiz bekâmızı sağlamaktı. Bunu yapamadığımız anda diğer hiçbir görevi başarmamız mümkün değildi. Yapamadık. Belki de ihmalin bedeli, esaretimiz oldu.
* Bu son derece iyi planlanmış psikolojik harekatın yürütülmesi için, TSK personelinin uzun yıllardır takip edildiği ve fişlendiği, hedef alınacak personelin belirlendiği, zamanı geldiğinde de taarruza geçildiği anlaşılıyordu..
* Güvenliğimize yönelik asıl tehlikenin farkında değildik. Günlük işlere kendimizi kaptırmış, debisi çok yüksek bir nehirde sürüklenen insanlar gibi, nereye doğru gittiğimizi bilmeden hızla akıp gidiyorduk. Umarım bir şelaleye doğru sürüklendiğimizi anladığımızda çok geç olmaz..
* Türk Silahlı Kuvvetleri bu saldırıyla karşı, “Konu yargıya intikal etmiştir, hukuk sürecine saygılıyız, adalete güveniyoruz” demekten başka bir şey yapmıyordu.
* Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ her fırsatta TSK’nın asimetrik psikolojik harekata maruz kaldığını söylüyor, bundan duyduğu rahatsızlığı dile getiriyordu. Bu doğru bir teşhisti. Ancak buna karşı ne yapıldığı hakkında bırakın kamuoyunu, TSK personelinin en ufak bir bilgisi yoktu..
* Askeri savcılar ise Donanma’daki soruşturmada kovuşturmaya gerek olmadığına karar vererek meydanı özel yetkili savcılara bırakmıştı. Üstelik her tarafa çekilebilecek tam istedikleri gibi bir askeri bilirkişi raporuyla birlikte..


***


* Bunca olaya rağmen TSK, kurumsal olarak bir strateji geliştirememiş, hep baskı altında ve savunmada kalmıştı.. Ne yazık ki, bu asimetrik psikolojik harekata karşı koyabilmek için çok kuvvetli olunması gereken üç konuda TSK’nın başarılı bir sırav verdiği söylenemezdi. Bunlardan birincisi istihbarat, ikincisi iletişim, üçüncüsü hukuktu.
* İstihbarat konusunda tam olarak sınıfta kalmıştık. TSK’ya karşı yürütülen bu saldırıyı önceden belirleyemediğimiz gibi, personel hatası sonucu istemeden ya da içimizdeki hainler tarafından bilinçli olarak dışarıya bilgi sızdırılmasını engelleyemiyor, suçluları tespit ederek cezalandıramıyorduk.
* İletişim daha da kötüydü. Kamuoyunda aleyhimize yürütülen karalama kampanyalarına karşı gerçekleri halkın anlayacağı dilde açıklayamıyorduk.
* Hukukçularımız ise TSK’ya yapılan saldırıları püskürtecek, personelin mağduriyetini giderecek, açık hukuk ihlallerini engelleyecek çözümler üretmekten uzaktı.
* Bu üç önemli konudaki eksikliğimiz ve yetersizliğimiz, aslında bugünkü duruma neden ve nasıl geldiğimizi açıklıyordu.