7 Mart 2013 Perşembe

ÖMRÜ KELEBEK KADARDI


Yılmaz Erdoğan'ın yönettiği 'Kelebeğin Rüyası' gösterime girdi. Film, 22 yaşında veremden ölen şair Rüştü Onur'un hayatını anlatıyor. Aynı gün bir de kitap piyasada: Rüştü Onur: Mektubun Avcumda. Kitapta Onur'un günyüzüne çıkmayan şiirleri, karısına mektupları ve fotoğrafları var. Film ve kitap sayesinde Türk edebiyatının az bilinen bu ismini tanıma şansı yakalıyoruz

Kelebek kozasından çıkar. Taze ka¬natlarını çırpar rüzgara... Ömrü ne kısa ne uzundur. Başlar ve biter. Bir gün de olsa hayat, hayat gibi yaşanır. Rüştü Onur'un yaşadığı gibi.
Bütün ömrü 22 yıl olan Rüştü Onur, 1920'de doğdu. Şairin sesi ve tekniği yaşının çok ötesindeydi. Bu yüzden çok tanındı ve sevildi. Orhan Veli'nin başı çektiği 'Garip' akımındandı.
18 yaşında verem oldu. Geçti derken, 21 yaşında yeniden hastalık... Önce Zon-guldak'ta tedavi gördü. İyileşemedi. 1921 yılının son ayını ve 22 yaşının ilk iki ayını Heybeliada'da senatoıyumda geçirdi.
1942 Mart'ında oradan çıktığında "iyi- leştim" sanıyordu. Yedi kilo almış, yanakları kızarmıştı. Hayatının aşkını da bu sıralarda buldu. Mediha Hanım'la Anafartalar Va- puru'nda tanıştı. Kısaydı Rüştü Onur'un hayatı... Acelesi bundandı... Mediha Hanım'ı evlenmeye çabucak iknası bundandı. Ama ölüm onun peşinden geliyordu...
Mediha Hanım daha bir ay olmadan 12 Kasım 1942'de apandisit patlamasıyla öldü. Onur için son kanat çırpışları o za¬man başladı. Kendini duvarlara çarpan kelebek gibi hayatını boşverdi.
İki hafta sonra 2 Aralık 1942'de Be-şiktaş'ta dinmeyen bir öksürük tuttu. Ci-ğerlerinden oluk oluk kan geliyordu. Bo-ğuldu, öldü. Son kez baktığı sokağın adı özetliyordu hayatını: Şair Leyla.
Şimdi Leyla ile Mecnun Ortaköy Me-zarlığında yanyana yatıyor.
Zonguldaklı şairler denilince akla gelen bir diğer isim, Rüştü Onur'un arkadaşı Muzaffer Tayyip Uslu dört yıl sonra Onur'un arkasından göçecekti. Onun da ömrü kelebek kadardı. Onur gibi verem¬den öldüğünde sadece 24 yaşındaydı. "Şiirlerini her zaman zevkle okuduğum bir şairden ziyade, hiç çekinmeden bana derdini döken ve benim de hiç çekinme¬den kendisine içimi açabileceğim yeryü¬zündeki yegane insan" dediği arkadaşının yanına vardı.
Salah Birsel 50 yıl sonra şöyle sesle-necekti ona:
"Rüştü, merhaba. 50 yıl geçti. Ama yine gönüllerdesin. Şiir adamı olarak ya¬şadın. Şiir adamı olarak aramızdasın. Ba¬kışlarının sıcaklığı hâlâ dünyamızın üs¬tünde. Güneşli gündüzlerde. Ay-aydınlık gecelerde. Sokaklardan boyuna insanlar geçiyor. Sen de görüyorsun. Şapkalar, po¬tinler. Ama biz seni anımsıyoruz. Seni anımsıyoruz. Yok yok 50 yıl geçmedi. Dün akşam seninle yine Beşiktaş'ta değil miydik?"

RUSTU ONUR'UN MEKTUPLARI



MAKSAT SENİ GÖRMEK DEĞİL Mİ?

Mediha,

Sizin burada ayrıldığınızın tam haftasrndayız. Hatta iki gün bile geçti. Fakat hala mektubuma cevap vermediniz ki ben mektu¬bumu buradan ayrıldığınızın ertesi gün postaya atmıştım. Emin ol Mediha koskoca bir haftayı cevap beklemekle geçirdim. Bu gece cuma gecesi, ikinci mektubumu yazıyorum. Saat on bir buçuk. Fakat ne çıkar. Bekleyiş acısını damarlarımda bile duyan, idrak eden bir insan için saatin kaç olduğunun ne ehemmiyeti var. Sa¬atlerin, haftaların değil, ayların değil yılların bile benim için bir ehemmiyeti yok.
Söyle Mediha ne oldu sana. Beni bu vehimler¬den kurtar yavrum. Biliyorsun ki senin için her şeyi yapmaya hazır olan bir insanım.
Hem zayıfladım, hem doğru dürüst bir elbisem yok. Sonra baban ben kızımı böyle bir çocuğa vermem derse ben ne yaparım.


Seni çok özledim Mediha. Hem de nasıl. Bunu galiba öbür mektubumda da yazdım. Bir Cumartesi günü kaçıp geleceğim. Babam var ama olsun. Ben otelde yatarım. Bundan kimse-nin haberi olmaz. Gece sende bir bahane ile istasyona gelirsin. Bir kaç dakika konuşsak yeter. Maksat seni görmek değil mi? Sabah er-kenden atlar trene buraya dönerim.


Kaynak:  Bağımsız Dergi