7 Mart 2013 Perşembe

YARIM KALAN RÜYA


     Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun yaşamları “Filmlerde olmaz” dedirten türdendir. Zonguldaklı bu iki ‘yoksul’ şairin yirmi küsur yıla sığdırdıkları hayatları, yakın bir tarihe kadar edebiyat çevrelerinde biliniyordu. 22 Şubat’ta vizyona girecek olan ‘Kelebeğin Rüyası’ filmi bu iki genç şairin hayatını taşıyor beyazperdeye. Kaynak Yayınları da filmle aynı gün piyasaya çıkacak olan ‘Rüştü Onur: Bilinmeyen Mektupları ve Şiirleri’ kitabıyla ‘Rüştü Onur’un az bilinen dünyasını gözler önüne serecek. Kitapta, Onur’un verem tedavisi sırasında tanışıp evlendiği ve kısa süre sonra kaybettiği ‘büyük aşkı’ Mediha Sessiz’e mektupları da yer alıyor. Leyla Şahin ve İbrahim Tığ tarafından hazırlanan ve filmle aynı günde piyasaya çıkacak kitapta bu mektupların yanı sıra Onur’un, el yazısıyla şiirleri, özel resimler, evlilik cüzdanı ve mektup zarfı gibi özel ayrıntılar da yer alacak.

Yokluğuna 20 gün dayandı
Kitapta yer alan belgelerden en önemlileri hiç kuşku yok ki, Mediha Sessiz’e yazdığı mektuplar. Rüştü Onur, verem tedavisi gördüğü Heybeliada Senatoryumu’nda, tifo nedeniyle aynı hastanede bulunan Mediha Sessiz’le tanışır ve kısa süre sonra evlenirler. Ancak Mediha Sessiz’in yoğun tedavi sonucu yorgun düşen bedeni evlendikten birkaç ay sonra 12 Kasım 1942’de yenik düşer. Bu ölüm Rüştü Onur’a çok fazla gelir ve canına kıyarcasına yaşamına boş verir.
Yıllar süren veremle mücadeleden ve âşık olduğu kadını kaybetmiş olmaktan yorgun düşen Rüştü Onur da 20 gün sonra 1 Aralık 1942’de daha 22 yaşındayken ciğerlerinden fazla kan gelmesi nedeniyle boğularak ölür. Sevgililer, Ortaköy mezarlığında yan yana yatmaktadır. Onur, Mediha Sessiz henüz sevgiliyken kaleme aldığı mektubunda “Seni çok özledim Mediha. Hem de nasıl. Bunu galiba öbür mektubumda da yazdım. Bir cumartesi günü kaçıp geleceğim. Babam var ama olsun. Ben otelde yatarım. Bundan kimsenin haberi olmaz. Gece sen de bir bahane ile istasyona gelirsin. Birkaç dakika konuşsak yeter. Maksat seni görmek değil mi? Sabah erkenden atlar trene buraya dönerim” diye anlatıyor aşkını.
Rüştü Onur deyince ilk akla gelen isim ise hiç kuşku yok ki Muzaffer Tayyip Uslu. 1946 yılında daha 24 yaşındayken Rüştü Onur gibi veremden hayatını kaybetmesi ikilinin dostluğunu daha da anlamlı kılıyor. İkilinin, Zonguldak’ta öğretmen olduğu dönemde Türkiye şiirinin önemli isimlerinden Behçet Necatigil’le kurduğu dostluk da bu hikâyenin harcı gibi durur.
Yılmaz Erdoğan’ın Behçet Necatigil’i canlandırdığı ‘Kelebeğin Rüyası’nda Rüştü Onur’a Mert Fırat, karısı Mediha Sessiz’e ise Farah Zeynep Abdullah hayat veriyor. Muzaffer Tayyip Uslu ise Kıvanç Tatlıtuğ tarafından canlandırılıyor. Film 22 Şubat’ta vizyona girecek.

22 YILA SIĞAN HAYAT

Rüştü Onur 3 Ağustos 1920’de Devrek’te dünyaya geldi. Vereme yakalandığı için 1938’de öğrenimine bir yıl ara vermek zorunda kaldı; ertesi yıl tekrar okula başlasa da öğrenimine devam edemedi. Okulu bıraktı ve ‘Maliye Varidat Memur Muavini’ olarak Ereğli Kömür İşletmeleri’nde çalışmaya başladı. Hastalığının şiddetlendiği 1941-1942 yıllarını iş ve hastane arasında geçirdi. Bu sırada Mediha Sessiz’le tanışıp âşık oldu ve evlendi. Onur, Zonguldak M. Çelikel Lisesi’nde bir sene öğretmenlik yapan Behçet Necatigil ve yakın arkadaşı şair Muzaffer Tayyip Uslu ile birlikte Zonguldak’ta çıkan dergi ve gazetelerde ve İstanbul ’da yayımlanan Değirmen mecmuasında şiir ve yazılar yayımladı.

Mektuplar

Benim şeker yavrum
Şu an kardeşim mektubunu getirdi. Hemen cevap yazıyorum. Sanki bu mektup hemen postayla gidecekmiş gibi acele ediyorum. Ne çare Pazartesi güne kadar postahanede bekliyecek. Ne olursa olsun gine yazmam lazım. Kalbim belki böyle rahat eder.

Orada uykusuz kaldımsa benimle beraber sen de yoruldun. Eğer hastalığıma sebep bunlar olsaydı benimle beraber sen de hasta olurdun. Yok Mediha ben daha önceden şifayı kapmışım. Neyse şimdi bir şeyim yok. Yalnız kendimi kollamak lazım.

Hem zayıfladım, hem doğru dürüst bir elbisem yok. Sonra baban ben kızımı böyle bir çocuğa vermem derse ben ne yaparım. Ne ise her şeyi sana bırakıyorum.

Sana uzun bir mektup yazmıştım. Dün postaya attığıma nazaran her halde bu gün eline almış olmalısın. Bu mektubum da uzayacak gibi. Ellerim kendiliğinden yürüyüveriyor. Fakat ben uzatmayacağım. Biraz da sen yaz.

Seni çok özledim Mediha. Hem de nasıl. Bunu galiba öbür mektubumda da yazdım. Bir Cumartesi günü kaçıp geleceğim. Babam var ama olsun. Ben otelde yatarım. Bundan kimsenin haberi olmaz. Gece sen de bir bahane ile istasyona gelirsin. Birkaç dakika konuşsak yeter. Maksat seni görmek değil mi? Sabah erkenden atlar trene buraya dönerim.

Acele cevap bekliyorum.
Rüştü Onur

Mediha,
Sizin burada ayrıldığınızın tam haftasındayız. Hatta iki gün bile geçti. Fakat hala mektubuma cevap vermediniz ki ben mektubumu buradan ayrıldığınızın ertesi gün postaya atmıştım. Emin ol Mediha koskoca bir haftayı cevap beklemekle geçirdim. Bu gece Cuma gecesi, ikinci mektubumu yazıyorum. Saat on bir buçuk. Fakat ne çıkar. Bekleyiş acısını damarlarımda bile duyan, idrak eden bir insan için saatin kaç olduğunun ne ehemmiyeti var. Saatlerin, haftaların değil, ayların değil yılların bile benim için bir ehemmiyeti yok.

Fakat bütün bunlara rağmen senden vaktinde mektup ve haber alamamaktan mütevellit bir iç sıkıntısı beni perişan ediyor desem bilmem inanır mısın.
Söyle Mediha ne oldu sana. Beni bu vehimlerden kurtar yavrum. Biliyorsun ki senin için her şeyi yapmaya hazır olan bir insanım.
Bu gün hastaneye yattığımın yerini beşinci günü. Bir kaç güne kadar taburcu oluyorum.

Şiirler

HARB
Salâh Birsel’e
Ben insanları düşünüyorum,
Ve dünyayı
O insanlar ki
Böyle her akşam üstü,
Şarkı söyler ve şiir yazarlar
Ölüme dair.
(Cumalı’ya mektup, 12.9.1940)

SEN
I
Rahmet bekleyen insanların
Rahmet yüklü bulut ol semasına.
Yalnız sen boşalt nasibini
Aç ve tok toprağa.

II
Yağmur ol, bulut ol, şarkı ol
Yalnız esirgeme kendini bizden.
İçinde yüzdüğün denizden
Daha derindir gecemiz.



III

Boşal ey yağmur boşal artık,
Yeter susuzluğumuz.
Çatlayan dudak
Çatlayan toprak
Ve namütenahi uykusuzluğumuz.

(Birsel’e mektup)

İTİRAF


Ben,
Gülebilmeniz için ağlıyan
Ağlayabilmeniz için gülen adam.
Ben bir târik-i dünya
Hallac-ı Mansur’dan sonra
Benim derim yüzülecek
Zonguldak’ta
Ve gözlerime mil çekilecek.


Ben bir târik-i dünya
Ne ev ne bark
Ne çoluk çocuk sahibi.
Bütün malım mülküm
Ellerim ayaklarım
Ve gözlerim.
Kupkuru bir kuyudayım ki

Yusuf’u özlerim.
(Ocak Gazetesi, 25.1.1942)


Kaynak:  Radikal Gazetesi