Kaya
Özsezgin The Sanat Çağı'nda, "gösteriye dönüşen"
sanatı sorgulamaya davet ediyor.
"Contemporary
art" adı altında ülkemizde de hayli merak uyandıran güncel
sanat örnekleri ve bu örnekleri izleyiciyle buluşturan büyük
etkinlikler; sanat mirasına gerçekten kalıcı bir katkı sunacak
mı? Bugünlerde raflara çıkan bir kitap sanatseverleri gerçek
yaratıcılık ve sanatta kalıcılık üzerine düşünmeye
çağırıyor. Ülkemizdeki çağdaş sanat tartışmaları, bu
"kalıcılık" sorunsalı üzerinden büyümeye devam
edecek. Nitekim sanat eleştirmeni Prof. Dr. Kaya Özsezgin de The
Sanat Çağı
kitabında, bu sorunsaldan hareketle güncel sanat ile çağdaş
sanat kavramları arasındaki sınırı tartışmakla işe başlıyor.
Bunu yaparken de çabuk tüketilebilen yaratıcılık örnekleri ile
düşünsel temele oturan sanat yapıtları arasında kırmızı bir
çizgi olduğunu vurguluyor.
Yapıttan
çok meta
Bir
sanat yapıtının düşünsel temeli, yapısal bütünlüğü ve
kullanılan teknik gibi ölçütleri anımsatan yazar; güncel sanat
adını kullanarak bir tür "seri üretim" yapılmasını
eleştiriyor. Özsezgin; gerçek ve kalıcı sanatın ölçütlerini
formüle etmenin olanaksızlığını ve hatta yanlışlığını
kabul edip herhangi bir sanat yapıtı için geçerli olan şu
başlangıç noktasının altını ısrarla çiziyor: insan. Özsezgin
bunu şöyle açıklıyor: ''İnsan varlığından uzaklaşmış,
spekülatif varsayımlara sığınmış, dolayısıyla varlık
nedenini yadsıma yanlışlığına düşmüş olan yapıt, sanat
ortamında kalıcı olma şansını da yitirmiş oluyor."
Yazar,
sanat yapıtının kalıcılığını insanı temel alması üzerinden
tartışırken, tekniğin sanattaki yeri üzerinden de güncel sanat
ortamına doğrudan bir eleştiri yöneltiyor. Bilimsel ve teknolojik
gelişmenin eski çağlardan bu yana sanatçıların üretimini
etkilediğini örnekler vererek anımsatan yazar; sanat mekanı
sahipleri, izleyiciler ve özellikle genç sanatçıların dikkatini
kendi deyimiyle "gösteriye dönüşen" sanatı sorgulamaya
davet ediyor.
Özsezgin'in
"Gösteriye dönüşen sanat" deyişiyle çizdiği çerçeve,
elbette sadece sanat yapıtının kendisiyle kalmıyor. Bir yapıttan
çok bir meta olarak sanatın markalaşması, estetik niteliğinden
çok parasal değerinin önemsenmesi, hatta sergi açılışlarının
yapıtları incelemek yerine uzun zamandır görüşülmeyen
insanlarla bir araya gelme yeri haline gelmesi de bu çerçeveye
dâhil. Sanatçının kendi üretim eylemini nasıl bir temele
oturttuğu, onu nasıl işlediği, sanatın doğası, kuramsal dili,
sanatçının kimliği, sanatçılar arasındaki etkileşim, özgünlük
ve tasarımın sınırsızlığı gibi konular da bu bölümde
değinilen önemli başlıklardan bazıları.
Özsezgin'in
Türk resim sanatına iz bırakmış usta sanatçılar hakkında
yaptığı saptama ve yorumlar kitabın ikinci bölümünü
oluşturuyor. Aydınlık
ve Cumhuriyet
gazetelerinde yayımlanmış bu yazılarda Ömer Kaleşi'den Neşet
Günal'a, Kristin Saleri'den Erdal Alantar ve Berç Toroser'e kadar
usta pek çok sanatçının yanı sıra genç çıkışların da yine
aynı titizlikle irdelendiğini görüyoruz.
Özsezgin,
kitabının ana eksenini oluşturan gösteriye dönüşen sanat
ortamına kitabın son bölümünde galeriler, koleksiyonerler ve
müzayedeler açısından bakmayı da unutmamış, Türkiye'nin ilk
uzun soluklu özel galerisi Maya Sanat Galerisi'nden bugüne açılıp
kapanan ya da süreklilik kazanarak sanat tarihine önemli katkılar
sunan İstanbul ve Ankara'daki galericilik örnekleri ile müzeler ve
müzayedeler hakkında güncel tespitler bu bölümde yer alıyor.
Sanat yapıtının bir yatırım nesnesi haline geldiği bir çağda,
yapıtların açık artırmayla alıcısına ulaşması
tartışılabilir; peki ya katıldığınız sergi açılışları
hakkında ne düşünürsünüz? Özsezgin, gittikçe yaygınlaşan
ama sessiz bir şekilde sanki geçiştirilen durumla ilgili şöyle
bir soru soruyor: ''Sergi açılışlarında biraraya gelme olanağını
fırsat bilerek sohbete dalanlar, çoğu zaman sergilenen işleri
yeterince görme gereğini bile duymadıklarına göre, sergiler
artık sanal bir dünyanın içine mi çekmektedir herkesi?
-----------------------
The Sanat Çağı Kitabını %25 İndirimle Satın Almak İçin Tıklayın;