25 Ekim 2013 Cuma

İçeriği bilmek biçimi bilmeye yeter mi



   “The Sanat Çağı”, sanatın Altın Çağı’na bir tepki olarak, kapitalist ilişikler sonucu ortaya çıkıyor ve asıl olanın yerine aşağılık bir kopya olarak sanatı kirletiyor, soylu olanı, kibirli, bayağı, ticari kaygılarla üretilen, banal, rüküş ve sıkıcı hâle dönüştürüyor.



   Açık yapıt tanımı, Umberto Eco’nun 1962’de yazdığı aynı adlı yapıtında da konu edinilir. Eco, açık yapıt’ın belirsizlik niteliği taşıdığını, yapıtı değerlendiren kişinin çoklu yorumlarına açık olduğunu yazar. Çağdaş geleneksel sanatın iletisinin anlaşılabilir olmasına karşın, çağdaş açık sanat anlaşılabilir olmanın reddidir. Açık yapıt, yeniden düşünülmeye gerek kalmaksızın, yaratıcısınca belli bir yargıya varılmak istenilen yapıt olmayıp, yorumcuların araya girerek yeniden anlamlandırılmaya çalışılmaları ile kendini gerçekleştiren yapıtlardır. Açık yapıt, sanatta çoğulcululuğu, çokanlamlılığı gerektirir. Eco, yapıtı değerlendirirken çağdaş sanatın tamamlanmışlığı ve açıklığı üzerinde durur. Ancak açık yapıt her metnin/her resmin/diğer çağdaş sanat yapıtlarının izleyici/okur ile yapıt arasında oluşan etkileşimle, herkesin yeniden ve kendine göre açıklayacağı, anlamlandıracağı yapıtlardan oluşur.

   Açık yapıt tanımına Kaya Özsezgin’in “The Sanat Çağı” kitabında da karşılaşırız. Özsezgin önsözde; kuramın, eylemi yorum aracılığıyla birleştirdiğini, aslında yapıtın kendisinin yorum olduğu ancak onun açılımını sağlayacak olanın da o yapıtı değerlendirecek olan yorumcunun, yapıtı yorumlaması olduğundan söz eder. Kuram ve yorum, yapıtla, yapıtı algılayan okur/izleyici arasında kurulacak sağlıklı, doğru, tam bir iletişimi zorunlu kılar. Özsezgin yapıtı ‘kapalı kutu’ya benzetir. Kapalı olduğu gereksiyle onu kutu içinde tutmanın anlamsızlığı, sanat yapıtının bilinememesine, anlaşılamamasına neden olur ki bu durumda yapıttan sağlıklı, doğru ve tam olarak söz edilemez. Tam da burada Özsezgin ‘açık yapıt’ kavramına gönderme yapar, açık yapıt kuramıyla; sanat yorumla bütünleşecektir. Üstelik açık yapıt, yapıtın bitmemişliği, ucu açık olmasını gerektirmez.

   Kaya Özsezgin, soyut sanat kavramıyla tartışma konusu olan, hiç bir şey ifade etmeyen, salt soyut bir tablonun, figüratif bir tabloya oranla anlaşılmazlığı savına karşıt görüşlerini; önsöz niteliğindeki ‘Giriş Yerine Birkaç Söz’e de gönderme yaparak açık yapıt kavramına, bu örneklem üzerinden açıklamalar getirir. Sanat yapıtının dış gerçeklikten yola çıkılarak anlama çabasının yapıtı gerçekten anlamak sayılmayacağı, bunun ancak yapıtın ilk aşaması denilebileceği kanısındadır. Bu aşamayı tamamlayan ikinci aşama ‘karmaşık bir ilişkiler yumağı ve estetik bileşenler toplamı olması gereken’ yapıtın ‘neyi’ anlattığından çok ‘nasıl’ anlattığı sorunsalıdır. Kaldı ki, soyut yapıtların estetik değerlerini anlamada, o yapıtlarının konularının biliniyor olması da yeterli değil. İçeriği bilmek, biçemi anlamaya yetmez. Bu işi üstelenecek başka birine, yorumcuya/eleştirmene gereksinim duyulduğu da açıktır.

Yabancılaşma ya da sanatın ölümü
   Hegel, estetiğin doğal güzelliği dışladığı için ‘sanatın ölümü’ aşamasına geldiğini ilan ediyor. Buna sanatın ölümü denilmese de sanatın güzellik karşısında yenilgisi denilebilir. Sanatçının, gördüğü ya da tanık olduğu olguların önünde duran kişi olmadığı, olguların içeriğiyle iletişime geçen kişi olması gerekliliğini vurgulayan Özsezgin, sanatın ölümü ya da yenilgisinde, sanatsal cehaletiyle pirim yapan, adı sanatçıya çıkmış olanların payı olduğu kanısını öne çıkarıyor. Sanatçı sayısının hızla artması, sanatın bilerek ya da bilmeyerek çarpıtılmasında, değerler kargaşası yaratılmasında önemli bir rol oynuyor. Ressamın yerini ‘çizen ve boyayan’ yeteneğin yerini de ne olduğu belli olmayan ‘hüner’ sahipleri alıyor. İktisattaki ‘iyi para kötü parayı kovar’ tezine koşut, ‘Ekonomik getirim’ giderek ‘estetik getirimi’ kovarak yerini alıyor. Yapıt, güzeli yansıtmak yerine, pazarlama olanaklarıyla satılabilirleştirip, sanat yapıtını ve sanatçıyı ‘meta’laştırılıyor. Güzeli algılayan beynimizin Orta Orbital Korteksi’ni, pazarlama olanakları ile işlevsiz bırakılarak, köreltiliyor, işlevini yapamayacak, güzelle-güzel olmayanı ayırt edemeyecek bir biçimde bulanıklaştırıyor. Özsezgin bu süreci, yerinde bir tanımla “The Sanat Çağı” olarak adlandırıyor. The Sanat Çağı; Marksın, emekçinin kendi ürününe yabancılaşması gibi, sanatı da sanatçıya ve izleyici/okura yabancılaştırıyor. Sanatsallık/yazınsallık; basite, sıradan olana indirgeniyor, içerik biçime feda ediliyor.

   Kaya Özsezgin “The Sanat Çağı”nda iyi sanatın ölçütlerini gösteriyor, güncel olanla kalıcı olanın sınırlarını çiziyor. Gösteriye dönüşen sanatı, sanatta iz bırakanları, seçilmişler ile seçkinleri yapıtları ile göstererek ortaya kokuyor.


-----------------------
The Sanat Çağı Kitabını %25 İndirimle Satın Almak İçin Tıklayın;