8 Mart 2013 Cuma

TURNALAR BİRLİKTE UÇAR


Rüştü Onur, 22 yaşında veremden ölürken büyük olasılıkla böylesi anımsanacağını hiç düşünmemişti. Salah Birsel’in, Rüştü Onur’un şiirlerini kitap haline getirmesinin ardından şimdi de mektupları, el yazısı şiirleri, özel fotoğrafları gibi pek çok belgenin bulunduğu önemli çalışması “Bilinmeyen Mektupları ve Şiirleri-Mektubun Avcumda” Kaynak Yayınları ilk kez bir araya getiriyor. Hoş bir rastlantıylaYılmaz Erdoğan’ın son filminin Rüştü Onur’un kısacık hayatı ve Mediha’ya olan derin aşkını anlattığı “Kelebeğin Rüyası” da bu tabloyu tamamlıyor. Yılmaz Erdoğan’ın kitaba yazdığı önsözü sizlerle paylaşıyoruz.


Rüştü Onur, genç ölümüyle 1940’ların başından bu yana Türk şiir dünyasının ilgi alanı içinde olmuştur. Arkadaşları Salâh Birsel, Necati Cumalı, Oktay Rifat ve gene kendisi gibi genç ölen Zonguldaklı arkadaşları Muzaffer Tayyip Uslu, Kemal Uluser ve gene Zonguldak’tan edebiyat öğretmeni ve şair arkadaşı olan Behçet Necatigil, onu edebiyatın gündeminde tutmuşlardır hep. Şair, oyuncu, yönetmen Yılmaz Erdoğan “Kelebeğin Rüyası”yla Rüştü Onur’u bir kez daha gündeme getirmiştir. Salâh Birsel’in Rüştü Onur için “1940 yılında Rüştü’yü tanıdığım vakit o, şiir devleriyle olan savaşına çoktan başlamıştı. Yenilmemek için elden geleni yapıyor, şiirin sırtını yere getirmek için sağlığını bile savaş meydanına sürmekten çekinmiyordu,” diye yazar. S. Birsel’le pek çok şeyi paylaşmıştır ama, önce şiiri! Yenilikleri anlama, sezme konusunda yetenekli bir gençtir
Rüştü. Has şairlerin hepsinde vardır bu. “Mektubunuzu ve Orhan Veli’nin “Garip” adlı eserini aldım. Bugün benim için bayram oldu. “Garip” çok güzel. O, benim kitabım oldu. Ve ben onu parasız herkese dağıtmak gibi bir his duyuyorum. Bir gün limanda ve istasyonda kucağımda bir yığın “Garip” olduğu halde beklesem. Ve yeni çıkan yolculara, bu şehrin insanlarını tanımaları için birer tane versem. Ondan herkes de olsa. (…) Evet artık ben Garip’im. Süleyman Efendi’yle akrabalığımız anadan geliyor,” diye yazar Salâh Birsel’e

FEDAİLER MANGASI

Benim asıl söylemek istediğim, Rüştü Onur’un genç ölümüyle yarım kalan şarkısı üzerinedir. Yetenekli, atılgan ve içli bu ruhla, çok daha derinlikli ve toplumsal izlekli şiirler yazabilirdi. Ruhunda, zihninde var olanı bütünüyle açmaya ömrü yetmemiştir. Yirmi iki yıllık ömrünün üç-beş yılı zaten hastalıkla pençeleşerek geçmiş; sevdiği kızla evliliği bile, eşinin ölümüyle erkenden bitmiş ve kendisi de peşinden
ölmüştür! 1940’lar bütün bir dünya için olduğu kadar Türkiye için de önemli yıllardır. Alman faşizmi, doğusu-batısı, kuzeyi-güneyiyle kıta Avrupa’sını kasıp kavurmakta; insanlık İlkçağ’dan bu yana gördüğü vahşetin en ağırını yaşamaktadır. Türkiye bu savaşın dışında görünse de, Hitler (Führer) orduları Yunanistan’a çoktan inmiş, Balkanlar’ı çoktan pençesine almış ve Edirne sınırına kadar dayanmıştır. Genç Cumhuriyet, cepheye asker sürmemişse de yorgun ve yoksuldur. Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış bir halk, Batılı akbabalar tarafından paramparça edilmiş bir ülke. İşte bu noktada “Kurtuluş Savaşı” başlamıştır. Yoksul ve yorgun Anadolu çocukları yeni ve daha çetin bir savaşın çağrısını ruhlarında, zihinlerinde duymuşlardır. “Cumhuriyet” külünden doğan bir ‘anka’dır! Genç Cumhuriyet’in şairleri, yazarları, dünyada olup bitenin içindedirler. Nâzım Hikmet şiirlerinde bütün alanlarıyla işlemiştir. İkinci Dünya Savaşı’nı örneğin. Yeniden Rüştü Onur’a dönecek olursak: 1940 kuşağı geniş bir yelpazedir. Türk şiirinde bir yanda Garip (Birinci Yeni), öbür yanda, toplumcu, devrimci şairler topluluğu. Attila İlhan’ın “Fedailer Mangası”, Mehmed Kemal’in “Acılı Kuşak” dediği şairler. Enver Gökçe, Ahmet Arif, Niyazi Akıncıoğlu, Attila İlhan, Arif Damar, Şükran Kurdakul
ve elbette Rıfat Ilgaz, A.Kadir, Hasan Hüseyin. Rüştü Onur, Salâh Birsel’e yazdığı mektupta, “Süleyman Efendiyle akrabalığımız anadan geliyor” derken, kendi dışında olup bitene de baktığını duyurur bize. “Dört Yol Ağzı” adlı şiiri önemlidir. Bu şiir bende her şiirinden daha fazla burukluk bırakır: “Dört yol ağzına oturmuşum Mektup yazıyorum isteyene. İnce belli bir kapatma, Hovardalığından şikâyetçi dostunun. Sarışın bir kadın, Mektup bekliyor askerdeki kocasından. İşçi karısından şikâyetçi Garson patronundan. Ve bütün insanların derdi bana düşüyor.

Akşam olunca…”

Bu şiiri yirmi yaşında yazan bir şair, şiirini daha başka yerlere taşıyabilirdi. “Kenar Dilberi” adlı öyküsüne bir göz atalım: “Onu seviyordum,
ama sadece seviyordum. O bunun farkına vardığı gün boynuma sarılmış beni “öpmüştü” Kedi gibi sokulmuştu bana. O zaman ben hiçbir şey söylememiş,
sadece içimden ona karşı ömrüm boyunca unutamayacağım bir sıcaklık duymuştum. Şimdi ben bir kenar mahallenin bir kenar dilberini seviyorum. Ben bir fabrikada çalışıyorum. Çalıştığım fabrika denize karşı, yarın fabrikadan döndüğümde koltuğumda kar gibi iki somun ekmek olacak. Bakkala, kasaba uğrayacağım. Ocağım yanacak. Ve artık şu örümcekli dört duvar arkasında bunalıp kalmayacağım.” Şair düzyazıda da yeteneklidir; ama bunu daha iyi anlayabilmek için, Mediha Sessiz’e yazdığı mektuplara bakmak gerekir. Orada, şairin aslında şarkısını tamamladığını görebilirsiniz.
Şairin eşine yazdığı mektuplar okunmadan Rüştü Onur’u ve dünyasını bütünüyle anlamak mümkün değildir. R ü ş t ü Onur üzerine, 1990’ların başından bu yana düşünüyorum. Salâh Birsel, Arif Damar, Ahmet Necdet’le de konuşurduk zaman zaman. Şimdi üçü de yok! Rüştü Onur için 1990’ların başında ilk yazımı yazdım: Şarkısı Yarım Kalmış Bir Şair. 2010-2013 arasında iki yazı daha yazdım (Biri İbrahim Tığ’ın Rüştü Onur adlı kitabında yer aldı) Ayrıca, Rüştü Onur’u anma etkinlikleri içinde açık oturumlara, panellere katıldım. Şairin 70. ölüm yıldönümünde bir panel yönettim, bir oyun yazdım. Lirik ve Hüzünlü bir Hayat: Rüştü Onur adlı oyun, Devrekli tiyatrocularca sahnelendi. Farklı zamanlarda ve farklı kanallarda
iki kez Rüştü Onur üzerine konuştum. Ayrıca Sanat Cephesi’nde Hüseyin Haydar’la 45 dakika Rüştü Onur’u konuştuk. Asıl şunu söylemek istiyorum: Rüştü’nün eşine yazdığı mektuplardan sonra daha başka bir Rüştü Onur var bende. Avcumda Mektubun bana çok şey söyledi ve İrfan Yalçın’ın İlkyaz Ölümleri’yle birlikte okunmalı bu kitap.

BİR KİTABIN HİKAYESİ

Avcumda Mektubun’u Sabahat Sessiz Hanımefendi’ ye borçluyuz. Mektupları, şiirleri, fotoğrafları saklayıp edebiyat tarihimize kazandırdığı için kendi adıma ve Türk Şiiri adına teşekkür ederim kendisine. Bu güzel kitapta benim katkı payım çok azdır. Sabahat Sessiz, dosyayı bana ve İbrahim Tığ’a teslim etti. İbrahim, aylardır ilgiliydi bu dosyayla, önemli çaba sarf etti. Sabahat Hanım, “Leyla Şahin’ de olursa veririmdosyayı” dediği
için, halen yönetiminde olduğum Türkiye Yazarlar Sendikası’nın bürosunda teslim etti dosyayı. Yazarlar Sendikası’nı buluşacağımız yer olarak Sabahat Hanım belirledi. Kitapta adımın olmasını da kendileri ve yayınevi istediler. Leyla Şahin imzasının bulunması koşuluyla basıldı kitap. Sonuçta kitap Rüştü Onur’undur. İbrahim’le ben dosyayı teslim alan şairleriz. Büyük bir sabır ve özenle mektupları 70 yıl saklayan, Mediha Hanım’ın kız kardeşi Sabahat Sessiz’indir. Rüştü Onur’a sahip çıkan Devreklilerin, Rüştü Onur Sanat ve Kültür Derneği’nindir. ROSAK’ın kurucuları ve halen yönetimde olan değerli insanların, Dernek Başkanı Avukat H.Yusuf Öztürk ve değerli Devrek Belediye Başkanı Mustafa Semerci’nin tasarrufunda olabilir ancak. İbrahim Tığ da ROSAK bünyesinde bir insan olarak telif ona da uygundur diye düşündüm. Ben Leyla Şahin
olarak yayınevinin verdiği telif sözleşmesini kabul etmedim, imzalamadım; böyle bir beklentim olamaz. Ben sadece değerli bir insanın, Sabahat
Sessiz ‘in isteğini yerine getirdim. Bu zarif ve kültürlü Hanımefendi mektupları saklamakla hepimize kederli bir güzellik sundu zaten. Konuyu Hüseyin Haydar’la paylaştım. Kaynak Yayınları’nın yönetmeni Sadık Usta kitaba büyük özen göstererek çalışmaya koyuldu. Rüştü ile Mediha iki
turna olup göçtükleri yerden geri döndüler bize böylece!


Kaynak:  Aydınlık Kitap Eki